Kanun ve Adet, Zorla Değil İyilikle Yerleşirse Adalet Olur

Her toplumun gelişim sürecinde kanunlar ve adetler, insan hayatını düzenleyen temel sütunlar olarak karşımıza çıkar. Ne var ki bu sütunların hangi temeller üzerine inşa edildiği, o toplumun huzuru, refahı ve geleceği açısından hayati bir öneme sahiptir.

Yaşam 1832336 kez okundu.

Kanun ve Adet, Zorla Değil İyilikle Yerleşirse Adalet Olur

Her toplumun gelişim sürecinde kanunlar ve adetler, insan hayatını düzenleyen temel sütunlar olarak karşımıza çıkar. Ne var ki bu sütunların hangi temeller üzerine inşa edildiği, o toplumun huzuru, refahı ve geleceği açısından hayati bir öneme sahiptir. Bir toplumda kanunlar ve örfî kurallar baskı ve korkuyla mı yerleştiriliyor, yoksa insanlara faydası gösterilerek, iyilikle mi kabul ettiriliyor? İşte bu ayrım, medeniyet ile tahakküm arasındaki çizgiyi belirler.

"Adet ve kanunlar iyilik ile kabul edilmelidir. İyilik ve fayda bundadır. Baskı ve kölelik yolu ile kabul ettirilmesi ile doğacak zarar sayılamaz." Bu söz, sadece bir felsefi görüş değil, aynı zamanda tarih boyunca yaşanmış trajedilerin, kırılmış toplum sözleşmelerinin ve bastırılmış halk iradesinin özeti niteliğindedir.

Kanunun Ruhu: Zorbalık mı, Adalet mi?

Kanun, sadece yazılı metinlerden ibaret değildir. Onun gerçek anlamı, topluma hizmet ettiği ölçüde ortaya çıkar. Kanunun ruhu, adaleti gerçekleştirme amacına dayanır. Eğer bir kanun toplumun vicdanında karşılık bulmuyorsa, o zaman o metin sadece birer zorbalık aracına dönüşür. Zira kanun, korkutmak için değil, korumak için vardır.

Geçmişe baktığımızda, zorla benimsetilmeye çalışılan her yasa, er ya da geç toplumsal patlamalara neden olmuştur. Fransız Devrimi'nin temelinde halkın kendi iradesi dışında konulan baskıcı kurallar vardı. Osmanlı’nın son döneminde ilan edilen bazı fermanlar, halkın anlayış ve ihtiyaçlarına kulak verilmeden tepeden inme şekilde sunulduğunda dirençle karşılaştı. Bugün bile dünyanın birçok yerinde halkların başkaldırısına neden olan yegâne mesele, halkın katılımı olmadan yürürlüğe konan kanunlardır.

Adetler: Geleneğin Dayanağı mı, Zinciri mi?

Adetler, toplumların tarih boyunca oluşturduğu, nesillerden nesillere aktarılan davranış kalıplarıdır. Ancak her gelenek kutsal değildir. Adetler, zamanın ruhuna uygun olarak evrilmediği takdirde faydadan çok zarar getirebilir. Bu noktada da iyilik ve akıl devreye girer.

Bir adet sadece “bizde böyle gelmiş” diye savunulamaz. O adetin insan hayatına ne kattığı, bireylerin özgürlüğünü, refahını nasıl etkilediği sorgulanmalıdır. Eğer bir gelenek bireyin temel haklarını çiğniyorsa, o artık gelenek değil, bir zincirdir. Ve hiçbir zincir, zamanla altınlaşmaz.

Bir adetin yaşaması için gönüllü kabul şarttır. Bir adeti sürdüren toplum, onu içselleştirmiş olmalıdır. Dayatılan gelenekler önce itaat, sonra isyan doğurur. Bu nedenle her gelenek, her kanun gibi, insan merkezli bir sorgulamaya tabii tutulmalıdır.

İyilikle Kabulün Gücü

Tarihte bazı dönemlerde halkların kendi iradeleriyle kabul ettiği kanunlar, uzun ömürlü olmuş ve toplumu ileri taşımıştır. Bunun en açık örneklerinden biri, Anadolu’da Ahilik teşkilatıdır. Ahilik, yazılı olmayan ama toplum tarafından iyilikle benimsenmiş kurallara dayanıyordu. İnsanlar bu kurallara uymak için baskı görmediler; bilakis bu kuralların hayatlarını kolaylaştırdığını, toplumda adaleti sağladığını gördüler.

İyilikle benimsetilen bir kural, sadece o an için değil, gelecek kuşaklar için de bir pusula olur. Bu yüzden çağdaş demokrasilerde yasa yapım sürecine halkın ve sivil toplumun katılımı esastır. Katılımcı yasalar, halkın iradesini ve rızasını içerdiği için daha sağlamdır, daha kalıcıdır.

Zorla kabul ettirilen her yasa ise, zaman içinde toplumun vicdanında yaralar açar. İnsanlar, o kanunun karşısında durmaya çalışmasa bile içinde isyan biriktirir. Bu isyan, bazen sessiz bir boykot, bazen açık bir direniş, bazen de yıkıcı bir başkaldırıya dönüşebilir.

Baskının Doğurduğu Zararlar

Zorla benimsetilen her düzen, bir başka baskıyı doğurur. Her baskı ise korku kültürünü besler. Korku ile yaşayan bir toplum, özgür düşünemez, sorgulamaz, gelişemez. Yaratıcılığın, inovasyonun ve sosyal barışın önündeki en büyük engel, işte bu baskı kültürüdür.

Bu durum sadece bireysel değil, toplumsal bir felakete neden olur. Çünkü toplumlar, baskı altında yaşadıkça hem ahlaki hem de entelektüel olarak yozlaşır. Kendi düşüncesini dile getiremeyen birey, başkasının düşüncesine de tahammül edemez. Böylece kutuplaşma, ayrımcılık ve düşmanlık kaçınılmaz hale gelir.

Bunun örneklerini günümüzde de görmek mümkün. Birçok ülke, halkın sesini kısmaya yönelik kanunlar çıkardığında, uzun vadede sadece sosyal huzursuzluk ve ekonomik istikrarsızlıkla karşılaştı. Çünkü hiçbir yasa, toplumun rızası ve anlayışı olmadan sürdürülemez.

Tarihten Ders: Kanunların Toplumsal Kabulü Üzerine

İnsanlık tarihi boyunca yasalar iki yolla yürürlüğe konmuştur: ya halkın katılımı ve rızasıyla, ya da güç ve baskı yoluyla. Birincisi, toplumları ayakta tutan, birleştiren ve geliştiren yöntemdir. İkincisi ise ne yazık ki toplumları parçalamış, kutuplaştırmış ve bazen iç savaşlara sürüklemiştir.

Antik Yunan'da Atina demokrasisi, halkın doğrudan katılımıyla yasa yapımını mümkün kılmış ve bu yasaların uzun yıllar boyunca toplum tarafından benimsenmesini sağlamıştır. Öte yandan Spartalıların sert ve katı yasaları, toplumda disiplin sağlasa da bireysel özgürlükleri yok saydığı için uzun vadede kültürel bir durgunluğa neden olmuştur.

Benzer şekilde Roma İmparatorluğu’nun erken döneminde hukukun halka dayalı yapısı, hem iç istikrarı hem de medeniyetin yayılmasını sağlamış; fakat imparatorluk döneminde baskıcı yasaların ağırlaşması, toplumsal huzursuzlukları artırmış ve çöküşün zeminini hazırlamıştır.

Osmanlı dönemine dönecek olursak, Tanzimat ve Islahat Fermanları gibi modernleşme çabaları, büyük oranda Batı'dan esinlenmiş reformlardı. Ancak bu reformların halkla yeterince paylaşılmaması, hatta halkın bu değişikliklere ne kadar hazır olduğunun sorgulanmaması, birçok bölgede direnişe yol açtı. Halkın anlamadığı bir yasa, ona yabancılaşır. Yabancılaşan yasa, saygı değil korku üretir.

Dinî Açıdan Yaklaşım: Zorlama ile İnanç Arasındaki İnce Çizgi

Kutsal kitapların büyük kısmında, inancın kalpten gelmesi gerektiği vurgulanır. Zorlama ile kabul ettirilen inanç, ne Tanrı katında ne de toplum nezdinde samimi sayılır. İslam dini de bu konuda çok net bir ifade sunar: "Dinde zorlama yoktur." (Bakara Suresi, 256. Ayet). Bu ifade, sadece dini konular için değil, aslında genel anlamda insan hürriyetini, akıl yürütmesini ve gönüllü kabulü önceleyen bir ilkeyi ifade eder.

Zorla uygulanan dinî kurallar da, zaman içinde dinin içini boşaltır. Çünkü insanlar, anlamadan yaptıkları ibadetlerde sadece şekilcilik geliştirir. İçsel dönüşüm gerçekleşmez. Bu durum, geleneksel toplumlarda “iki yüzlü dindarlık” ya da “gizli sekülerleşme” olarak kendini gösterir. Korkudan yapılan hiçbir ibadet, kişisel bir bağlılık yaratmaz.

Aynı durum seküler yasalar için de geçerlidir. Bir yasa, halkın vicdanına hitap etmiyor, sadece devletin gücünü yansıtıyorsa, uzun vadede itaat değil, ikiyüzlülük doğurur. Yasa, bir korku sembolü değil; bir güven kaynağı olmalıdır.

Modern Toplumlarda Katılımcı Hukukun Önemi

Günümüz demokratik toplumlarında yasa yapım süreci, sadece hukukçuların ve siyasetçilerin işi değildir. Sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sendikalar ve bireylerin görüşlerinin alınması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu yalnızca adaletin daha sağlıklı tesis edilmesi için değil, aynı zamanda o yasa karşısında halkın duyacağı saygının pekişmesi için de gereklidir.

İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi kuzey Avrupa ülkeleri, yıllardır katılımcı yasa yapım süreçleriyle öne çıkar. Bu ülkelerde çıkarılan yasaların büyük çoğunluğu, kamuoyu araştırmaları ve halkın talepleri doğrultusunda şekillenir. Bu nedenle yasa uygulandığında halkta direnç değil, işbirliği oluşur.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise yasa yapım süreçlerinin daha şeffaf ve katılımcı hale getirilmesi, sadece siyasi bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal barışın sigortasıdır.

Eğitim Yoluyla Yasa Bilinci Oluşturmak

Bir başka önemli nokta ise eğitimdir. İnsanlar, neden o yasaya ihtiyaç olduğunu bilmedikçe, o yasayı bir dış tehdit olarak görmeye devam eder. Bu nedenle yasa yapım sürecinin bir parçası da halkın bilinçlendirilmesi olmalıdır.

Halk eğitimi, sadece okullarda değil; medya, yerel yönetimler, dini kurumlar ve sosyal platformlar aracılığıyla da yapılabilir. Eğitimli bir birey, kanunun amacını anladığında ona karşı direnç göstermez. Aksine, onun savunucusu olur.

Bu noktada medya kuruluşlarına da büyük sorumluluk düşmektedir. Kanunların anlatılması, sadeleştirilmesi ve kamuoyuna anlaşılır bir biçimde sunulması, medyanın asli görevlerinden biri olmalıdır. Ancak günümüzde ne yazık ki birçok medya kurumu bu görevi yerine getirmek yerine, yasaları sadece siyasi tartışmalara malzeme yaparak toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştirmektedir.

Bireyin Değeri ve Toplumun Söz Hakkı

En temelde şu soruyu sormak gerekir: Kanunlar kimin için yapılır? Cevap nettir: Birey için. O halde bireyin onayı ve rızası olmadan yapılan her düzenleme, amacıyla çelişir. Birey, sadece oy kullanan bir vatandaş değil; aynı zamanda yaşadığı toplumun şekillenmesine katkı sağlayan aktif bir özne olmalıdır.

Toplumun tüm bireyleri, yasa yapım sürecinin doğal paydaşıdır. Kadın, erkek, genç, yaşlı, farklı etnik ve kültürel kökenden gelen her bireyin sesi duyulmadan yapılan her kanun, eksik doğar.

Son Söz: Birlikte İnşa Etmek

Adetler ve kanunlar, bir toplumun ortak yaşam sözleşmeleridir. Bu sözleşmelerin yazılıp onaylanması kadar, nasıl hayata geçtiği de önemlidir. Zorbalıkla değil, iyilikle; tehdit değil, ikna ile; baskı değil, anlayışla inşa edilen her yasa, toplumsal birliğin ve beraberliğin harcı olur.

Bugünün Türkiye’sinde ve dünyasında ihtiyaç duyduğumuz şey, daha çok yasa değil; daha çok anlayış, daha çok şeffaflık, daha çok katılım ve en önemlisi daha çok iyilikle inşa edilen düzenlerdir.

Ve hepimizin aklında şu cümle kalmalı:
Zorla dayatılan her düzen yıkılmaya mahkûmdur. İyilikle kurulan her düzen ise kök salar, yeşerir, büyür. Ahmet TEKİN

Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Bir İnsanın Eğitimi Yalnızca Kitaplarla Ölçülmez

Bir İnsanın Eğitimi Yalnızca Kitaplarla Ölçülmez

12-10-2025 - Yaşam

Hayat Kısa Değil, Sen Onu Boşa Harcıyorsun

Hayat Kısa Değil, Sen Onu Boşa Harcıyorsun

04-10-2025 - Yaşam