Adaletsizliğe, çıkara, sömürüye, hukuksuzluğa, özgürlükleri yok edenlere, işkencecilere, ahlaksızlara, güce tapanlara itaat edilir mi? Eden, onların suçuna ortak değil midir? İşte ferdiyetçilik ve cemiyetçilik, eğer ideoloji veya din maskesiyle bu kirliliği besliyorsa, bu anlayışa karşı durmak ahlaki bir görevdir.
Sokrates, “Bildiğim tek şey, bilmediğimi bilmektir” der. Bu söz o kadar derin anlam taşır ki…
Hayatımızı yaşarken, bazen olumlu sandığımız şeylerin ne kadar olumsuz sonuçlar doğurduğunu ancak yaptırımlarla fark ederiz.
Bu kavramları yorumlarken Cemil Meriç’in “Ne ararsan bulunur, derde devadan gayri” sözü bizi ferdiyetçiliğin ve cemiyetçiliğin dünü, bugünü ve geleceği üzerine düşünmeye yönlendirir.
Kontrol edemediğimiz şeylerden endişe etmek yerine, özümüze dönmek ve iyi insan olmanın yollarını aramak gerekir. Bu arayış, hakikati anlamaya ve bulmaya götürür; hayatın anlamını sorgulatır.
Haksızlığa karşı çıkmak, isyan etmek; mahkûm eden zihniyetin yanında yer almak değildir.
Farabi’nin dediği gibi, medeniyet bir arada yaşama, ortak ilkelerde birleşme ve dengedir.
Adalet, şecaat, iffet ve hikmetle hakikate ulaşmak; her şeye onay vererek değil, sorgulayarak olur.
Ahmet Cevdet Paşa, “İnsan bir arada yaşamak için yaratılmıştır” der.
Gerçekten de büyük insanlar, özellikle ağır kriz dönemlerinde, ülkenin kurtuluşunda oynadıkları rollerle ortaya çıkarlar. Bu, her insanın taşıdığı sorumluluğu da gösterir. Seyretmek, her şeye itaat ederek onay vermek, insan ahlakıyla bağdaşmaz.
Red ve kabul süreçlerinde akıl ve iradeyi yok eden bireycilik de kör cemiyetçilik de ne ülkeye ne insanlığa fayda sağlar.
Huzur, huzursuzluğu yaratanlara karşı meşru mücadele ve “isyan ahlakı” ile mümkündür. Akıl, bilim, hukuk, demokrasi ve ahlak bunu gerektirir.
Gösterişler, belirsizliğin maskeleridir. Hayatın anlamı özgürlüktür. Kalabalıklar; kafasıyla değil, gözleriyle görüp anlayan, sorgulayan, adaleti arayan insanlara ihtiyaç duyar. Umut; kimine pazar, kimine azar getirir.
Ferdiyetçilik öyle bir hâl almıştır ki bencillik, çıkarcılık ve “her saltanat bana ait” anlayışı ahlaksız bir ahlak doğurmuştur. Cemiyetçilik ise mutlak itaati besler.
Ortak alanlarda “hak” değil “vazife” ön plandadır; sorgulama ve araştırma yerine “söylenene itaat et” denir. “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” anlayışı kimine kazanç, kimine kölelik getirir.
Ferdiyetçilik ve cemiyetçilik anlayışının ektiği bu tarlanın ürünü millete değil; görünmez çıkarcılara, sömürü düzenine, din ve ideoloji simsarlığı yapanlara gitmektedir.
Oysa “faal akıl”, aydınlanmanın ve aydınlatmanın aracıdır — ama yalnızca aklını iyilikte kullananlar için.
Nurettin Topçu, “İsyan ahlakı, itaate karşıdır” tezini savunur. Ona göre, tüm itaatlara karşı gelmek Tanrı’ya itaati getirir. Tanrı’ya ulaşmak, bütün yanlış itaatlere başkaldırmakla mümkündür.
Adaletsizliğe, çıkara, sömürüye, hukuksuzluğa, özgürlükleri yok edenlere, işkencecilere, ahlaksızlara, güce tapanlara itaat edilir mi? Eden, onların suçuna ortak değil midir?
İşte ferdiyetçilik ve cemiyetçilik, eğer ideoloji veya din maskesiyle bu kirliliği besliyorsa, bu anlayışa karşı durmak ahlaki bir görevdir. Kemal Albayrak




















