Bazı sabahlar vardır, hava güneşlidir ama içimizde gri bir sis dolaşır. Yaşadıklarımızın ağırlığı omuzlarımızdan değil, ruhumuzdan sarkar. Tam da o anlarda, dış dünyanın bizden aldıklarına odaklanırız: işimizi, sevdiklerimizi, sağlığımızı, hayallerimizi… Sanki bizden geriye hiçbir şey kalmamış gibi hissederiz.
Ama işte tam da burada başlar insanın gerçek direnişi.
Bir Mahkûmun Hikâyesi
İkinci Dünya Savaşı’nın en karanlık günlerinde, toplama kamplarında geçen bir hayat… Viktor Frankl isimli bir adam vardı. Bir psikiyatrist. Her şeyini kaybetmişti: ailesini, özgürlüğünü, mesleğini, evini… Elinde kalan tek şey, kendine ait olan son kaleydi: "Tavrını seçme hakkı."
Frankl, etrafında insanların her gün ölüme gönderildiği o karanlık yerde şunu fark etti: İnsan, ne kadar aşağılanırsa aşağılansın, ne kadar soyutlanırsa soyutlansın, içindeki bir gücü asla kaybetmezdi — nasıl bir tavır alacağını seçme özgürlüğünü…
Onu diğerlerinden ayıran işte tam da buydu. Zorbalık karşısında bile kendi iç sesine kulak vererek yaşadı. Ve bu seçim, onun en büyük özgürlüğü oldu.
Özgürlük Sandığımız Kadar Dışsal Değildir
Bugün özgürlüğü yanlış yerlerde arıyoruz. “Param olursa özgür olurum”, “bu şehirden taşınırsam özgürleşirim”, “beni anlamayanlardan uzaklaşırsam her şey çözülür” diyoruz. Ama insanın en temel özgürlüğü, dışarıdan değil içeriden başlar. Zihninin iplerini kimse elinden alamaz. Bedenini tutsak edebilirler, sesini kısmaya çalışabilirler ama düşünceni susturamazlar.
Bir insan, felçli yatağında kıpırdayamaz hale gelse bile, içinden geçen duygulara ve o duygulara vereceği tepkiye sahiptir. Ağlayabilir ya da gülmeyi seçebilir. Umutsuzluğu büyütebilir ya da karanlığın içinde bir mum yakabilir.
İşte bu: Hayatın bizden alamadığı son özgürlük — nasıl bir insan olacağımıza karar verebilme özgürlüğü.
Her Gün Bir Sınavdır
Hayat, her gün bize küçük ya da büyük sınavlar sunar. Bir arkadaşımız bize sırt döner, patronumuz emeğimizi görmezden gelir, sevdiklerimiz bizi anladığını söyler ama aslında anlamaz… İşte bu anlarda, seçim yaparız. Ya öfkeyle cevap veririz ya da sessiz bir olgunlukla başımızı sallarız. Ya isyan ederiz ya da şefkatle kendimizi yeniden kurarız.
Hiçbir şey yapmamak bile bir tercihtir. Kızmak, affetmek, uzaklaşmak, kalmak… Bunların hepsi bizim elimizdedir. Kontrolümüz dışında olan tek şey, başımıza gelenlerdir. Ama başımıza gelenlere nasıl yanıt vereceğimiz, sadece ve sadece bizim irademize bağlıdır.
Kendini Kaybetme Lüksün Yok
Bir gün her şey elinden alınabilir. Malın, mülkün, unvanların… Sevdiklerin gidebilir, bedenin yorulabilir. Ama kendini kaybetme lüksün yoktur. Çünkü kendin; düşüncelerin, inandıkların ve duruşundur. Bunu koruduğun sürece, hiçbir zaman tamamen yenilmiş sayılmazsın.
Kimi insanlar vardır, bir selin ortasında dimdik dururlar. Çünkü içlerinde, başkalarının ulaşamayacağı bir güç vardır. O güç, hayatın onlardan neler almadığıyla değil, onların hayat karşısında neyi koruduğuyla ilgilidir.
Ve Belki de En Zor Seçim…
Hayat sana acımasız davrandığında, sen hâlâ iyiliği seçebiliyor musun?
Bir gün herkes seni yalnız bıraktığında, sen hâlâ sevgiyle yürüyebiliyor musun?
İşte asıl özgürlük burada başlar. Geriye hiçbir şey kalmadığında bile, o son şeyi — tavrını — koruyabiliyor musun?
Kayıplar mı, Kazanımlar mı?
Kimi insanlar zorlukları sadece acı veren olaylar olarak görür. Ama bazıları için her kayıp, derin bir kazanımın habercisidir. Çünkü acının öğrettiğini hiçbir kitap, hiçbir öğüt öğretemez. Malını kaybedersin ama sabretmeyi öğrenirsin. Sevdiklerini kaybedersin ama kalbindeki bağları daha iyi anlarsın. İşini, sağlığını, sosyal çevreni kaybedersin ama kim olduğunu, neyi savunduğunu daha net görürsün.
Bazen hayatta en büyük özgürlük, "kayıpların içinde kazançlar arayabilmektir."
Kim Olduğun, Ne Yaşadığın Değildir
İnsanlar seni yaşadıklarınla tanımlar. Hastalık geçirdin mi? İşsiz kaldın mı? Aldatıldın mı? Ama senin kim olduğun, bunların hiçbiri değildir. Sen, başına gelenler değil; başına gelenlere verdiğin tepkiler kadar gerçek ve değerlisin.
Aynı acının içinde bir insan yıkılırken, bir diğeri o acıyı kendine zırh yapar. Aynı fırtınada biri sığınacak yer ararken, bir başkası kanat çırpmayı öğrenir. İşte seni sen yapan, bu seçimdir.
Tepkin, Kimliğindir
Birisi sana bağırdığında, sen de bağırırsan onun seviyesine inmiş olursun. Ama sessizliğini koruyorsan, işte orada gerçek bir güç vardır. Çünkü insanın gerçek gücü, gösterdiği tepkide gizlidir.
Bir haksızlık karşısında susmayı mı, yoksa konuşmayı mı seçeceksin? Affetmeyi mi, yoksa kin tutmayı mı? Her biri kimliğinin bir parçası haline gelir. Öyleyse, attığın her adımda kendine şunu sor: “Bu davranış, kim olmak istediğim kişiye yakışıyor mu?”
Özgürlüğün Bedeli: Sorumluluk
Özgürlük çoğu zaman yanlış anlaşılır. Sınırsızlık sanılır. Oysa özgür olmak, ne istersen yapmak değil; yaptığın her şeyin sorumluluğunu almaktır.
Tavrını seçmek, sadece bir hak değil; aynı zamanda ağır bir sorumluluktur. Çünkü seçtiğin her tavır, geleceğini şekillendirir.
Eğer her şey seni bataklığa çekiyorsa ama sen çamura batmadan yürüyebiliyorsan, işte orada özgürlüğün gerçek anlamı başlar.
Sana Ait Olan Son Şey: Ruhun
Zihnin karışabilir, bedenin zayıflayabilir, kalbin kırılabilir. Ama ruhun — eğer sen izin vermezsen — kimsenin dokunamayacağı bir yerdedir.
Savaşta askerini, cezaevinde gün ışığını, aşk acısında neşeni kaybedebilirsin. Ama eğer ruhunu koruyabilirsen, her şeyin yeniden inşa edileceği temeli elinde tutuyorsun demektir.
İnsanın son sığınağı, kendisidir. Ve ne olursa olsun, o sığınağı kirletmemek senin elindedir.
Son Söz
Bütün kapılar kapandığında bile, bir kapı hep açık kalır: İç dünyana açılan kapı. Ve o dünyada hüküm süren tek kişi sensin. Kimse seni orada tutsak edemez. Çünkü insanın son özgürlüğü, kendine nasıl davranacağına ve hayata hangi gözle bakacağına karar verebilme gücüdür.
Unutma:
“Her şeyini alabilirler, ama senin kim olduğunu senden ancak sen alırsın.”
Ve bu, hayatın sana sunduğu en değerli hediyedir. Onu koru. Ahmet TEKİN

Genel Yayın Yönetmeni