Günümüz dünyasında, para her şeyin ölçüsü haline gelmiş durumda. İnsanlık, varoluşunun en temel değerlerini unutup, para üzerindeki tapınma eğilimine saplanmış gibi görünüyor. Çocuklar artık erken yaşlarda maddi değerlerle tanışıyor ve birer tüketici olarak yetiştiriliyorlar. Sevgi ve insan ilişkileri bile, sıklıkla maddi kazanımlar üzerine kurulmuş bir zemine dayanıyor.
Bu durum, eksikliklerimizi kapatma arayışının bir sonucu gibi gözükse de aslında derin bir boşluğu daha da derinleştiriyor. Para, eksikliklerimizi kapatan bir panzehir gibi sunulsa da, asıl ihtiyacımız olanın bunun çok ötesinde olduğunu görmemiz gerekiyor. İnsanlığın, insani ve manevi değerlerden uzaklaşması, bir anlamda varoluşsal bir krizin işareti olabilir.
Modern toplumda, para artık sadece bir değişim aracı veya bir değer ölçütü olmaktan çıkmış durumda. Ona tapmak, onunla mutluluğu ve başarıyı ölçmek, insanlığın kendi yaratılış amacını unutmasına neden oluyor. Turizm, moda ve tüketim kültürü gibi alanlarda, insanlar artık para harcayarak boşluklarını doldurmaya çalışıyorlar. Ancak bu boşluklar, aslında manevi ve duygusal doygunluğun eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir.
Daha da endişe verici olanı, bu para tapınmasının milliyetçilik gibi başka ideolojileri de beraberinde getirmesi. Sınırları aşmayan, hoşgörüsüz milliyetçilik anlayışları, insanlığın bir arada yaşama ve birlikte ilerleme potansiyelini engelliyor. Para ve milliyetçilik gibi kısıtlayıcı güçler, insanların gerçek potansiyellerini keşfetmelerini ve daha bütüncül bir insan deneyimi yaşamalarını engelliyor.
İnsanlık, bu para tuzaklarına düşmek yerine, asıl değerlerine ve birbirine olan bağlılığına odaklanmalıdır. Para sadece bir araç olmalı ve insanın yaşamını zenginleştirmek için kullanılmalıdır, ancak hayatın anlamını ve mutluluğu temsil etmemelidir. İnsanlık, sevgi, empati, adalet ve dayanışma gibi evrensel değerlere tekrar odaklanarak, gerçek bir insan deneyimine adım atabilir.
Belki de insani bir uyanış, para ve milliyetçilik gibi kısıtlayıcı güçlerin yerine, daha kapsayıcı ve insan odaklı bir dünya düzeninin inşası için bir fırsat sunabilir. Ancak bu, bireylerin ve toplumların derin bir özeleştiri yapması ve gerçek değerlerin peşinden gitmesiyle mümkün olabilir. İnsanlık, para ve milliyetçilik kafeslerinden çıkıp, gerçek özgürlüğün ve insanlığın zirvesine ulaşabilir. Ancak burası insanlığın bittiği son nokta. Ahmet Tekin
Emircan MERAL
Genel Yayın Yönetmeni












