Tura Türk
HV
18 EKİM Cumartesi 04:19

Kötülüğün Gölgesinde İnsan: Kimse Kendi İsteğiyle Kötü Değildir

İnsan hayatında bazen tek bir kişi, tek bir söz ya da tek bir dokunuş yön değiştirir. İçindeki karanlığı aydınlatacak küçük bir kibrit yeterlidir. Bu nedenle iyilik, büyük kampanyalarla değil; küçük ama anlamlı davranışlarla yayılır.

Yaşam
Kötülüğün Gölgesinde İnsan: Kimse Kendi İsteğiyle Kötü Değildir

Kötülük Gerçekten Seçim mi?

Bir gün sokakta yürürken, size çarpan birini düşünün. Bir anlık öfke, “Ne kaba insan!” düşüncesiyle içinizi sarabilir. Belki de haklısınız. Ama o kişinin, az önce işini kaybettiğini, sevdiği birini toprağa verdiğini ya da aç olduğunu bilseydiniz, ona yine aynı gözle bakar mıydınız?

İşte tam da burada başlıyor insan ruhunun karanlık tarafına dair büyük bir soru: Bir insan gerçekten kötü olabilir mi? Daha doğrusu, bir insan kötü olmayı bilerek ve isteyerek mi seçer? Ünlü psikiyatrist Carl Jung, insan doğasının “gölge” tarafına dikkat çekerken, aslında her birimizin içinde kötülüğe dair tohumların bulunduğunu ama bu tohumların filizlenmesini çevresel, duygusal ve toplumsal etkenlerin belirlediğini savunuyordu. Kötülüğe doğan değil, kötülüğe zorlanan bir varlık olduğumuz fikri, modern psikolojiyle de örtüşüyor.

Kötülüğün Arka Bahçesi: Travmalar, Yoksunluklar, Yalnızlık

Çocukluğunu yoksulluk, sevgisizlik ya da şiddetle geçirmiş birini düşünün. Bu kişi büyüdüğünde insanlara güvenmeyi öğrenebilir mi? Hayatını hep bir mücadele içinde geçirmiş, sevilmeyi öğrenememiş bir insan başkalarını sevebilir mi? Belki de yapabileceği tek şey, hayatta kalmak adına sertleşmek, duvarlar örmek ve bazen zarar vermek olur.

Birçok suçlunun geçmişine bakıldığında, çocukluklarında istismar, ihmal, aşırı disiplin ya da aşırı özgürlük gibi uç deneyimlere maruz kaldıkları görülür. Yani “kötü” dediğimiz insanların bir kısmı, aslında yaralı çocuklardır. Kötülük, çoğu zaman sevgi eksikliğinin, güvensizliğin ve değersizlik hissinin bağıran bir dışavurumudur.

Burada sorulması gereken şu: “Kötü” dediğimiz insanlar, başka bir ihtimale sahip olsaydı, hala aynı yolu seçerler miydi?

Toplumsal Kurgular: Suçlu Kim, Sistem mi?

Bir toplum, bireylerine umut sunmazsa; adaleti sadece belli kesimlere işlerse; eğitimi, sevgiyi, fırsat eşitliğini sağlamazsa, orada kötülük çoğalır. Çünkü kötülük, boşluklarda yeşerir. İşte bu nedenle, sadece bireyleri suçlayarak kötülüğü anlayamayız. Sistemin, düzenin ve hatta kültürün kendisi de kötülüğü üretmeye teşne olabilir.

Bir başka deyişle, kimse kendi isteğiyle kötü değildir; bazen toplum onu kötü olmaya zorlar. Adaletsizlik, dışlanmışlık, ekonomik çaresizlik, marjinalleştirme... Bunların hepsi insanları zamanla “öteki” haline getirir. Ve bir gün o insanlar, kendilerini kötü tanımların içinde bulur. Bu yüzden birini yargılamadan önce, onun hayat hikâyesine kulak vermek gerekmez mi?

Kötülüğün Karşısında Empati

Hiçbir gerekçe, başkasına zarar vermeyi haklı çıkarmaz. Ancak birini anlamak, onu haklı görmek demek değildir. Empati kurmak, kötülüğün panzehiridir. İnsanları anlamaya çalışmak, onların neden bu hale geldiklerini sormak; suçla mücadelede bile daha etkili bir yoldur.

Bugün dünyada “Restoratif Adalet” adı verilen yeni bir yaklaşım konuşuluyor. Bu sistemde, suçlu ile mağdur bir araya getiriliyor, karşılıklı duygu ve deneyim paylaşımı sağlanıyor. Suçun sadece kanunlara değil, insan ilişkilerine de zarar verdiği kabul ediliyor. Ve en önemlisi: Suçlunun geçmişi, ruh hali, ihtiyaçları, toplumla yeniden nasıl bütünleşebileceği konuşuluyor.

Çünkü biliyoruz ki, iyileşmeyen yaralar kötülük üretir. O halde daha adil, daha anlayışlı, daha kapsayıcı bir toplum kurmadan kötülükle başa çıkmamız mümkün değildir.

Düşmanlarımızla Değil, Yaralılarımızla Karşı Karşıyayız

Hayatımız boyunca bize zarar veren insanlarla karşılaşırız. Bizi aldatan, aşağılayan, terk eden, yok sayan… Elbette ki bu insanlara kızmak, hatta öfkelenmek doğaldır. Ama bir noktada şunu sormak gerekir: Bu insanlar, böyle olmaktan mutlu mu?

Birçok “kötü” insan, geceleri yalnız kaldığında gözyaşı döker. Suçlu hisseder. Ama bir türlü doğru yolu bulamaz. Çünkü kimse ona nasıl iyileşeceğini göstermemiştir. Kötülüğün girdabına bir kez düşen, oradan kolayca çıkamaz. Bu nedenle, düşmanlarımızdan çok yaralı ruhlara odaklanmalıyız.

Kötülüğün Maskeleri: Kendi Acısını Unutturmak İçin Başkasına Acı Çektirmek

Kötü davranışların arkasında çoğu zaman gizli bir motivasyon vardır: kendi çektiği acıyı gizlemek ya da bastırmak. İnsanlar çoğu zaman başkalarına zarar vererek, kendi çaresizliklerini geçici olarak unutur. Bu bir tür savunma mekanizmasıdır. Kimi insanlar için başkasını aşağılamak, kendi değersizlik hissinden uzaklaşmak anlamına gelir. Birini kırmak, kendisinin ne kadar kırıldığını hatırlamamak içindir.

Bu “maskeli kötülük”, özellikle duygusal ihmal yaşamış bireylerde sık görülür. Çocukken değersiz hissettirilen bireyler, yetişkinlikte değeri başkasını küçülterek elde etmeye çalışabilir. Bu insanlar kötü değildir; sadece sevilmeyi öğrenmemişlerdir. Kendi duygularını anlamamış, tanımamış, konuşamamışlardır. Bastırılmış öfke, utanç ve kırgınlık, zamanla pasif ya da aktif saldırganlığa dönüşür. İşte tam da bu yüzden, kötülüğün altında neyin yattığını görmek, onu çözebilmenin ilk adımıdır.

Medya ve Popüler Kültürün Kötülüğü Romantize Etmesi

Birçok dizi, film ve kitapta “kötü karakterler” ilgi çekici, zeki, karizmatik ve güçlü şekilde resmedilir. Bu durum, özellikle genç bireyler için ciddi bir yanılgı yaratır. Kötülük, bir duruş gibi sunulur. Merhametsizlik, güçle eşitlenir. Empati eksikliği, “soğukkanlılık” olarak övülür. Ve zamanla insanlar, iyilik göstermenin zayıflık; acımasız olmanın ise bir üstünlük belirtisi olduğuna inanmaya başlar.

Bu kültürel mesajlar, toplumsal empatiyi aşındırır. Sosyal medyada bir başkasının acısına gülen, linç kültürüne katılan ya da bir trajediyi eğlenceye dönüştüren kitlelerin varlığı, kötülüğün normalize edildiğinin göstergesidir. Oysa gerçek hayatta kötülük; yalnızlıktır, acıdır, pişmanlıktır. Ama popüler kültür, kötülüğü “parlak” bir ambalajla sunduğu için insanlar yanıltılır. Bu nedenle, bireysel eğitim kadar kültürel dönüşüm de şarttır.

Duygusal Okuryazarlığın Eksikliği: İnsanlar Hissettiklerini Anlamıyor

Çoğu insan ne hissettiğini bilmez. Öfke, korkunun kılığına girebilir; üzüntü, sinirle maskelenebilir; mahcubiyet, saldırganlıkla dışa vurulabilir. İşte bu duygusal karmaşa içinde insanlar, tepkilerini kontrol edemez. Çünkü duygularını tanıyamaz, adlandıramaz ve yönetemezler.

Duygusal okuryazarlık, tıpkı bir dil gibi öğrenilmesi gereken bir beceridir. Ne yazık ki, eğitim sistemimiz bu konuda son derece yetersizdir. Çocuklara matematik, tarih ve fen öğretilir; ama duygularını ifade etmeleri, empati kurmaları, çatışma çözmeleri öğretilmez. Oysa duygusal zeka, bir insanın sadece bireysel başarısı için değil, aynı zamanda toplumsal uyumu için de hayati önemdedir.

Kötülüğün birçok biçimi, aslında duygusal ifadenin eksikliğinden doğar. Kızan, bağıran, tehdit eden insanların çoğu, aslında içsel olarak korkuyordur. Ama bunu söyleyemedikleri için, korkularını öfkeye dönüştürürler. Dolayısıyla kötülüğü azaltmak istiyorsak, önce insanlara duygularını tanımayı ve sağlıklı şekilde ifade etmeyi öğretmeliyiz.

Ceza Değil, Anlama: Suçluyla Değil, Suçla Savaşmak

Modern ceza anlayışı, hala büyük ölçüde “intikam” ilkesine dayanıyor. Suçlu cezalandırılıyor ama neden suç işlediğiyle ilgilenilmiyor. Oysa bu yaklaşım, ne toplumu koruyor ne de bireyi iyileştiriyor. Hapishaneler, kötülüğü azaltmıyor; sadece onu öteliyor. Çoğu zaman da daha derinleştiriyor.

İsveç, Norveç gibi bazı ülkeler cezaevlerini rehabilitasyon merkezlerine dönüştürdü. Suç işleyen bireylerin psikolojik destek alması sağlandı, meslek öğrenmeleri teşvik edildi, insan onuruna saygı duyan bir yaklaşım benimsendi. Sonuç ne oldu? Suç oranları ciddi şekilde azaldı. Çünkü insanlar, değer gördüklerinde, topluma katıldıklarında kötülük yerine üretmeyi tercih ettiler.

Suçla mücadelede anlamaya dayalı sistemler geliştirmek, sadece suçluyu değil toplumu da korur. Çünkü kötülükle savaşmanın en etkili yolu, onun kök nedenlerine inmek ve bu nedenleri ortadan kaldırmaktır.

Merhametin Gücü: Bir İnsan, Bir Cümleyle Değişebilir

İnsan hayatında bazen tek bir kişi, tek bir söz ya da tek bir dokunuş yön değiştirir. İçindeki karanlığı aydınlatacak küçük bir kibrit yeterlidir. Bu nedenle iyilik, büyük kampanyalarla değil; küçük ama anlamlı davranışlarla yayılır.

Öğretmeninin bir öğrencisine “Sen değerlisin” demesi… Bir polisin bir sokak çocuğunun başını okşaması… Bir hakimin, bir mahkumla göz göze gelip, “Sana yeniden güveniyorum” demesi… Bunların hepsi, bir insanın hayatını değiştirme potansiyeline sahiptir.

Merhamet, insanı insana bağlayan en güçlü duygudur. Ve merhamet gösterilen her birey, içindeki kötülüğü bırakma konusunda daha fazla cesaret kazanır. Çünkü kötülüğün panzehiri, ceza değil; anlaşılmak, sevilmek ve fırsat verilmiş olmaktır.

Sonuç: Kötülük Öğrenilir, İyilik de Öğretilir

Hiç kimse doğuştan katil, hırsız, yalancı ya da hain değildir. Her çocuk masum başlar hayata. Kimi sevgiyi bolca bulur, kimi aç kalır. Kimine umutlar sunulur, kiminden her şey esirgenir. Ve bir gün bazıları, kendi hayal bile etmediği bir “kötü” kimliğe bürünür. Kendi içindeki acıyı başkalarına yansıtarak yaşamaya çalışır.

Bu yüzden hüküm vermeden önce düşünmeliyiz: “Ben onun yerinde olsaydım, kim olurdum?”

Unutmayalım ki, kötülük bulaşıcıysa, iyilik de bulaşıcıdır. Ve her insan, yeterince sevilirse, anlaşılırsa, yönlendirilirse değişebilir.

Hiç kimse, kendi isteğiyle kötü değildir. Ama bazen, iyilik yapmayı ona kimse öğretmemiştir. Ahmet Tekin

Emircan MERALEmircan MERAL

Genel Yayın Yönetmeni

YORUMLAR