Tura Türk
HV
26 EKİM Pazar 22:17

Hukuk Mu, İktidarın Aracı mı? Adaletin Çift Standartlı Yüzü!

Türkiye’de adaletin terazisi, son yıllarda her zamankinden daha fazla tartışılır hale geldi. Hukukun üstünlüğü mü esas alınıyor, yoksa iktidarın üstünlüğü mü? Adalet sistemi, yurttaşlara güven mi veriyor yoksa güvensizlik mi yayıyor?

Gündem
Hukuk Mu, İktidarın Aracı mı? Adaletin Çift Standartlı Yüzü!

Türkiye’de adaletin terazisi, son yıllarda her zamankinden daha fazla tartışılır hale geldi. Hukukun üstünlüğü mü esas alınıyor, yoksa iktidarın üstünlüğü mü? Adalet sistemi, yurttaşlara güven mi veriyor yoksa güvensizlik mi yayıyor? Bu sorular, bugünlerde sokaktaki vatandaşın bile kafasını kurcalayan temel meselelerden biri haline geldi. Çünkü memleketin dört bir yanında, birbirine benzer vakalarda alınan zıt kararlar, hukukun tarafsızlığına dair ciddi soru işaretleri doğuruyor.

Adaletin Aynası: Yargı Kararları

Son dönemde kamuoyunu meşgul eden davalara şöyle bir baktığımızda, yargının çelişkili yüzüyle defalarca karşılaşıyoruz. Örneğin, sosyal medyada hükümeti eleştiren bir vatandaş, birkaç tweet nedeniyle günler içinde gözaltına alınabilirken; iktidar yanlısı bir isim, toplumu hedef alan açıklamalarına rağmen yargıdan en ufak bir yaptırım görmeyebiliyor.

Geçtiğimiz aylarda yaşanan iki olay bunu çok net şekilde ortaya koydu:

  • Bir öğretmen, laiklik ve eğitim politikaları üzerine yaptığı eleştirel bir paylaşım nedeniyle görevden uzaklaştırıldı ve hakkında soruşturma açıldı.

  • Aynı dönemde, bir milletvekili açıkça anayasa hükümlerine aykırı beyanlarda bulunmasına rağmen "dokunulmazlık zırhı" sayesinde hesap vermekten kurtuldu.

İşte bu çifte standart, adalet duygusunu zedeliyor. Vatandaşın yargıya güveni azalıyor. Hukuk, herkese eşit uygulanmadığında, adaletin meşruiyeti tartışmaya açılır. Bu da sadece bireysel hakları değil, toplumsal huzuru da tehdit eder.

Yargı Bağımsız mı, Bağımlı mı?

Anayasada çok net yazar: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Ancak pratikte bu maddenin kağıt üstünde kaldığına dair sayısız örnek mevcut.

Yargıtay üyelerinin, HSK'nın (Hakimler ve Savcılar Kurulu) atamalarının büyük ölçüde yürütme organının etkisi altında yapılması, bu kurumların bağımsızlığına gölge düşürüyor. Bir yandan cumhurbaşkanının HSK üyelerinin çoğunu atama yetkisi bulunuyor, diğer yandan yargı içindeki terfiler ve dosya dağılımları bile siyasi tercihler doğrultusunda şekilleniyor.

Peki bu durumda bir vatandaş, yargı karşısında gerçekten eşit olabilir mi? Cevap ne yazık ki hayır. Adalet sistemi bir kez siyasallaştığında, hukuk artık koruyucu bir zırh değil; güçlülerin elinde bir silah haline gelir.

Gazeteciler, Akademisyenler ve Muhalefet: Tehlikede Olan Kim?

Türkiye’de en çok baskı gören kesimlerden biri gazeteciler. Sadece haber yaptığı için hapse giren onlarca basın emekçisi var. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gibi ucu açık suçlamalar, eleştirel düşünceyi bastırmak için bir sopa olarak kullanılıyor. Öte yandan iktidara yakın medya mensupları, yalan haber veya hedef gösterme yaptıklarında hiçbir yaptırımla karşılaşmıyorlar.

Aynı durum akademi için de geçerli. Barış bildirisine imza atan akademisyenlerin yıllarca cezalandırılması ama birtakım yandaş akademisyenlerin, bilimsel etikle bağdaşmayan açıklamalarla ödüllendirilmesi, akademinin de yargının da siyasallaştığının bir başka göstergesi.

Muhalefet partileri için de tablo farklı değil. Belediyelere açılan soruşturmalar, kayyum atamaları, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması… Tüm bunlar yargının sadece “bir kesimi hizaya çekmek” için kullanıldığı izlenimini kuvvetlendiriyor.

Hukuk Devleti mi, Parti Devleti mi?

Bir hukuk devleti olmanın temel şartı, yasaların herkese eşit şekilde uygulanmasıdır. Ancak mevcut uygulamalar, Türkiye’nin bir “parti devleti” haline geldiğine dair endişeleri artırıyor. Hukukun araçsallaştırılması, iktidar için bir yönetim stratejisine dönüşmüş durumda.

İktidara yakın kişi veya kurumların suç teşkil eden eylemleri ya görmezden geliniyor ya da zaman aşımıyla unutturuluyor. Buna karşın muhalif her ses, hukuk sopasıyla susturulmaya çalışılıyor. Bu tablo, sadece bugünün meselesi değil; gelecekte toplumda telafisi zor yaralar açabilecek bir güvensizlik krizinin de habercisi.

Çözüm Ne?

Hukuk sisteminde adaleti sağlamak için ilk adım, yargının tam bağımsızlığını güvence altına almaktır. HSK gibi kurumların yürütmeden tamamen bağımsız hale getirilmesi gerekir. Hâkim ve savcı atamaları şeffaf, liyakat esaslı ve siyasi etkiden uzak olmalıdır.

Ayrıca medya ve akademi üzerindeki baskılar son bulmalı; ifade özgürlüğü yeniden teminat altına alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki adalet sadece mahkeme salonlarında değil, toplumun her alanında var olmak zorundadır.

Sonuç: Adalet Gecikirse, Toplum Çürür

Bugün Türkiye’de hukuk sistemi bir güven krizi yaşıyor. Bu krizi aşmanın yolu, hukukun üstünlüğünü yeniden hâkim kılmaktan geçiyor. Aksi takdirde, adalet duygusu kaybolur, toplum vicdanı yara alır, devlete olan inanç sarsılır.

Adalet, bir devletin temelidir. Temel çürürse, üzerine inşa edilen her şey yıkılmaya mahkûmdur. Bu yüzden hep birlikte şunu sormalıyız: Hukuk gerçekten var mı? Yoksa sadece güçlülerin aracı haline mi geldi? Ahmet TEKİN

Emircan MERALEmircan MERAL

Genel Yayın Yönetmeni

YORUMLAR