Tura Türk
HV
26 ARALIK Cuma 02:17

Bir Şeyin Güzel Olması İçin Doğru Olması Gerekmez

Hayat bize küçük yaşlardan itibaren net çizgiler öğretir. Doğru–yanlış, iyi–kötü, siyah–beyaz. Bu ayrımlar, dünyayı anlamlandırmamızı kolaylaştırır. Ama büyüdükçe fark ederiz ki hayat bu kadar basit değildir.

Yaşam
Bir Şeyin Güzel Olması İçin Doğru Olması Gerekmez

Hayat bize küçük yaşlardan itibaren net çizgiler öğretir. Doğru–yanlış, iyi–kötü, siyah–beyaz. Bu ayrımlar, dünyayı anlamlandırmamızı kolaylaştırır. Ama büyüdükçe fark ederiz ki hayat bu kadar basit değildir. Bazı doğrular ruhumuzu yorar, bazı yanlışlar ise içimizi ısıtır. İşte tam da bu noktada rahatsız edici ama gerçek bir cümle çıkar karşımıza: Bir şeyin güzel olması için doğru olması gerekmez.

Bu cümle ilk duyulduğunda itiraz uyandırır. Çünkü doğruluk, ahlakın ve düzenin temelidir. Ama güzellik, her zaman kurallara uymaz. Güzellik bazen bir hata, bazen bir anlık zaaf, bazen de bilerek yapılan bir yanlışın içinde saklıdır. İnsan hayatı, bu ikisinin çatışmasından ibarettir.

Doğru Her Zaman İnsani Değildir

Doğru olan şeyler çoğu zaman soğuktur. Mantıklıdır, hesaplıdır, güvenlidir. Ama insan sadece mantıktan ibaret değildir. İnsan duygularıyla, çelişkileriyle, anlık kararlarıyla yaşar. Bu yüzden doğru olan her şey insana iyi gelmez.

Bir ilişkiyi bitirmek bazen doğrudur ama acıtır. Bir hayali terk etmek mantıklıdır ama içte bir boşluk bırakır. Susmak doğru olabilir ama söyleyememenin yükü ağırdır. Hayat, doğru olmasına rağmen insanı eksilten kararlarla doludur.

Bu yüzden insanlar bazen bilerek yanlış yapar. Çünkü o yanlış, o an için ruhlarına daha yakındır. Daha gerçektir.

Yanlışların İçindeki Güzellik Nereden Gelir?

Bir yanlışın güzel olabilmesi için masum olması gerekmez. Güzellik, sonucun iyi olmasından da gelmez. Güzellik çoğu zaman o yanlışın içindeki samimiyetten doğar. İnsan, bir yanlışı bilerek ve isteyerek yaptığında, kendi gerçeğine daha yakındır.

Toplumun “olmaz” dediği bir aşk, bazen insanın hayatındaki en gerçek duygudur. Zamanı yanlış, şartları yanlış, sonuçları belirsizdir. Ama his, gerçektir. İşte bu gerçeklik, o yanlışı güzel kılar.

Güzellik her zaman düzenli ve kabul edilebilir olmak zorunda değildir. Bazen dağınık, riskli ve savunmasızdır.

Kurallar Hayatı Korur, Ama Ruhları Beslemez

Kurallar bizi güvende tutar. Toplumu ayakta tutar, kaosu önler. Ama insan ruhu kurallarla doymaz. Ruh, anlam ister. His ister. Yaşadığını hissetmek ister.

Bu yüzden insanlar bazen kuralları çiğner. Her kural ihlali başkaldırı değildir; bazen sadece nefes alma çabasıdır. İnsan, sürekli doğru olanı yaptığında kendine yabancılaşabilir. Çünkü doğru olan her zaman kalpten gelen değildir.

Yanlışlar bazen insanın kendine “ben buradayım” deme şeklidir.

Edebiyat, Sanat ve Aşk Neden Yanlışlardan Beslenir?

Büyük hikâyelere bak. Unutulmaz romanlara, filmlere, şarkılara. Hepsinin merkezinde bir çatışma vardır. Ve çoğu zaman bu çatışmanın kaynağı bir yanlıştır. Yasak bir aşk, yanlış bir karar, zamanlaması kötü bir seçim.

Çünkü kusursuz doğrular hikâye çıkarmaz. Hikâye, kırılma anlarından doğar. İnsan hatalarla şekillenir. Yanlışlar, karakteri ortaya çıkarır.

Sanat, doğru olanı değil, gerçek olanı anlatır. Gerçek olan ise çoğu zaman pürüzlüdür.

Yanlış Yapma Cesareti

Yanlış yapmak korkutucudur. Çünkü bedeli vardır. Eleştirilirsin, yargılanırsın, bazen kaybedersin. Ama yanlış yapma cesareti olmayan bir hayat da eksiktir. Sürekli doğruyu yapmaya çalışan insan, kendi sesini bastırır.

Yanlışlar, insanın sınırlarını öğretir. Ne kadar ileri gidebileceğini, neye dayanabileceğini, nerede durması gerektiğini gösterir. Yanlış yapmadan öğrenilen dersler yüzeyde kalır. Can acıtmayan dersler, kalıcı olmaz.

Bu yüzden bazı yanlışlar gereklidir. Öğretici oldukları için değil, insanı büyüttükleri için.

Toplumun Doğrusu ile Bireyin Güzelliği Çatıştığında

Toplum genellemelerle yaşar. Birey ise detaylarla. Toplum için yanlış olan bir şey, birey için hayat kurtarıcı olabilir. Herkes için geçerli tek bir doğru yoktur.

Bu yüzden insanlar bazen kendi yollarını seçer. O yol başkalarına göre yanlıştır ama o insan için anlamlıdır. Güzellik tam da burada ortaya çıkar: Kendi hayatının sorumluluğunu almakta.

Başkasının doğrularıyla yaşanan bir hayat, düzenli olabilir ama eksik kalır.

Yanlışlar Bizi Biz Yapar

Hayatımızı dönüp düşündüğümüzde bizi en çok değiştiren anlar genellikle yanlış yaptığımız anlardır. Yanıldığımız insanlar, güvendiğimizde kırıldığımız ilişkiler, cesaret edip attığımız ama düşerek sonuçlanan adımlar…

Bunlar olmasaydı belki daha güvenli bir hayatımız olurdu ama daha sığ bir benliğimiz olurdu. İnsan, yanlışlarıyla derinleşir.

Doğru olmak insanı korur, yanlış olmak insanı tanır.

Güzellik Bazen Cesur Bir Yanlıştır

Her yanlış savunulamaz. Her hata romantize edilmemelidir. Ama her doğru da kutsal değildir. Hayat, bu ikisi arasında yapılan tercihlerden ibarettir.

Bazen doğru olanı seçersin ve içinden bir şey eksilir. Bazen yanlış olanı seçersin ve bedel ödersin ama kendinle barışırsın. Güzellik, çoğu zaman bu bedelin içinde saklıdır.

Bir şeyin güzel olması için doğru olması gerekmez.

Ama bir yanlışın güzel olabilmesi için, insanın kendi gerçeğine sadık olması gerekir.

Ve belki de hayat, doğru olmaktan çok dürüst olmayı kaldırır.

İnsan çoğu zaman yaptığı yanlışları savunmak için değil, onları anlamlandırmak için hikâyeler anlatır kendine. Çünkü hiçbir insan, bilerek kötü olmak istemez. Yanlış dediğimiz şeylerin büyük bir kısmı, aslında bir ihtiyaçtan, bir boşluktan ya da bir eksiklikten doğar. İnsan, içinde susturamadığı bir duyguyu bastıramadığında, doğru bildiği yoldan sapar. Bu sapma bazen bir ilişkiye, bazen bir karara, bazen de bir sessizliğe dönüşür. Ve ilginçtir ki insan, bu sapmanın içinde kendini daha canlı hisseder. Çünkü doğru olan yol çoğu zaman ezberlenmiştir; yanlış olan ise keşfedilmiştir. Keşfetmek, risk taşır. Risk ise insanı diri tutar.

Hayatta hiçbir risk almadan, sadece doğrularla ilerleyen birinin hikâyesi olmaz. Olmaz çünkü hikâye dediğimiz şey, tam da beklenmeyenin, hesaplanamayanın ve kontrol edilemeyenin içinde filizlenir. İnsan bazen yanlış yaptığını bile bile yürür bir yola. Çünkü o yolun sonunda ne olduğunu değil, yolda ne hissedeceğini merak eder. İşte güzellik tam da burada ortaya çıkar. Sonucun doğruluğunda değil, yolculuğun dürüstlüğünde. Toplum, insanlara sonuç üzerinden hüküm verir. Oysa insan, kendi içinde niyetle yaşar. Yanlış bir karar almış olabilir ama o kararı alırken hissettiği şey samimiyse, o yanlış insanın iç dünyasında bir kırılma değil, bir açılma yaratır. İnsan, yanlışları sayesinde sınırlarını tanır. Ne kadar ileri gidebileceğini, nerede durması gerektiğini, neyi gerçekten isteyip neyi sadece alışkanlıktan sürdürdüğünü ancak yanlış yaptığında fark eder. Doğru olan şeyler çoğu zaman güvenlidir ama öğretici değildir. Yanlışlar ise acıtır ama öğretir. Ve insan, öğrendiği şeylerle büyür.

Bu yüzden hayat, sadece doğru adımlarla ilerleyenlerin değil, tökezleyerek yürüyenlerin de hikâyesidir. Bazen bir yanlış, insanın kendine ilk kez dürüst olduğu andır. O ana kadar başkalarının beklentileriyle, toplumun kurallarıyla, aileden miras kalan doğrularla yaşayan biri, bir anda kendi sesini duyar. Bu ses, her zaman makul değildir. Bazen bencildir, bazen acelecidir, bazen de hatalıdır. Ama gerçektir. Ve gerçek olan şey, her zaman doğru olmak zorunda değildir. İnsanlar bu yüzden bazı yanlışlarını unutamaz. Çünkü o yanlışın içinde kendilerini bulmuşlardır. Bir ilişkiyi bitirmemeleri gerektiğini bile bile kalmışlardır mesela. Mantıksızdır ama kalplerinin o anki gerçeğidir. Ya da tam tersi, herkes “sabret” derken gitmişlerdir. Çünkü kalmak doğruyken, gitmek onları hayatta tutmuştur. Bu kararlar dışarıdan bakıldığında eleştirilebilir. Ama insan kendi hayatını başkalarının gözünden değil, kendi kalbinin ağırlığından taşır.

Yanlışlar, insanın yükünü artırmaz; çoğu zaman hafifletir. Çünkü bastırılan her duygu, zamanla daha ağır bir yüke dönüşür. Yanlış yapma cesareti olmayan insanlar, doğru yapmanın bedelini içten içe öder. Sürekli kendini tutmanın, sürekli mantıklı olmanın, sürekli “olması gerekeni” yapmanın bedeli ağırdır. İnsan, bir noktadan sonra kendi hayatında misafir gibi yaşamaya başlar. Oysa yanlışlar, insanı kendi hayatının öznesi yapar. Yanlış yaptığında sorumluluk alırsın. Bedelini ödersin. Ama en azından yaşadığın hayat sana aittir. Güzellik de buradan doğar. Kusursuzluktan değil, sahiplenilmiş hatalardan. İnsan hayatının sonuna geldiğinde yaptığı doğruları değil, yapamadığı cesaretleri sorgular. “Keşke”ler genelde yanlışlardan değil, hiç denenmemiş ihtimallerden doğar. Bu yüzden bazı yanlışlar, pişmanlık değil hatıra bırakır. Acı verse bile, insan o acının içinde kendini hatırlar. Ve belki de en dürüst güzellik budur: İnsan olduğumuzu hatırlatan kusurlar.

İnsan hayatında bazı anlar vardır ki doğru ile yanlış arasındaki mesafe bir çizgi kadar nettir; ama çoğu zaman o çizgi siliktir, belirsizdir, hatta kişiye göre yer değiştirir. İnsan, bu belirsizlik içinde yaşar. Her kararın ardından dönüp kendine sorduğu o sessiz soruyla: “Başka türlü olabilir miydi?” İşte bu soru, yanlışların neden bu kadar güçlü olduğunu açıklar. Çünkü yanlış dediğimiz şey, çoğu zaman başka bir ihtimalin ağırlığıdır.

İnsan, doğruyu seçtiğinde bile yanlış ihtimalin hayalini taşır içinde. Ama yanlışı seçtiğinde, o ihtimal gerçeğe dönüşür. Bu yüzden yanlışlar daha canlıdır, daha iz bırakıcıdır. Doğru olan şeyler düzen sağlar; yanlış olanlar hikâye. İnsan düzen içinde yaşayabilir ama hikâyesiz yaşayamaz. Kendine anlatacak bir hikâyesi olmayan insan, başkalarının doğrularını ezberleyerek ömür tüketir. Toplum, insanlara doğruları öğretir ama yanlışlarla ne yapılacağını öğretmez. Oysa insan yanlış yapmadan büyüyemez.

Yanlış, insanın zihninde bir çatlak açar ve o çatlak, düşünmenin başladığı yerdir. Herkesin doğru dediğini sorgulamak, ancak bir yanlışa cesaret edebilenlerin işidir. Bu yüzden yanlışlar, itaatkâr ruhlardan değil, düşünen zihinlerden çıkar. İnsan bazen yanlış yaparak kendini sınar. “Buna katlanabilir miyim?”, “Bu bedeli ödeyebilir miyim?”, “Bu acıyla yaşayabilir miyim?” Bu soruların cevabı, kitaplarda yazmaz.

Ahlak kuralları, toplumsal normlar, öğütler bu noktada susar. İnsan, cevapları ancak yaşarken bulur. Yanlışlar bu yüzden öğreticidir ama romantik değildir. Acıtır, zorlar, utandırır, yorar. Ama insanı uyandırır. Yanlış yapmaktan korkan insanlar, çoğu zaman yaşlanır ama olgunlaşmaz. Çünkü olgunluk, doğruyu ezberlemek değil, yanlışın sonuçlarıyla yüzleşebilmektir. Hayatta en ağır yüklerden biri, başkasının doğrularını sırtlanmaktır. İnsan, kendine ait olmayan doğrularla yaşadığında içten içe çürür. Dışarıdan düzgün, içeriden boş bir hayat oluşur. Yanlışlar ise bu boşluğu kabul etmez.

Yanlış yaptığında bir şey hissedersin. Korku, heyecan, pişmanlık, suçluluk… Hepsi yaşam belirtisidir. Hissiz bir doğruluk, hissedilen bir yanlıştan daha tehlikelidir. Çünkü hissizlik insanı yavaş yavaş siler. İnsan bazen bir yanlışı sırf hissetmek için yapar. Bunun adı cesaret değildir her zaman; bazen çaresizliktir. Ama yine de gerçektir. Ve gerçek olan şey, insana aittir. Toplum, insanların yanlışlarını affetmez ama doğrularını da fark etmez. Doğru olan sıradanlaşır, yanlış olan damgalanır. Oysa insanın iç dünyasında damga diye bir şey yoktur; orada sadece izler vardır. Ve en derin izler, yanlışlardan kalır. İnsan yıllar sonra dönüp baktığında, “iyi ki doğru yapmışım” demez çoğu zaman. “İyi ki denemişim”, “iyi ki cesaret etmişim” der. Bu cümlelerin arkasında çoğu zaman bir yanlış vardır. Yanlışlar insanı daha dürüst yapar. Çünkü yanlış yaptıktan sonra kendine yalan söylemek zorlaşır. Bahaneler anlamını yitirir. İnsan, “bunu ben seçtim” demek zorunda kalır. İşte bu sorumluluk, insanı büyütür.

Doğrular çoğu zaman kolektiftir; yanlışlar bireysel. Yanlış yaptığında yalnız kalırsın. Ama o yalnızlık, insanın kendini en net duyduğu yerdir. Bu yüzden bazı yanlışlar güzeldir. Çünkü insanı kendine yaklaştırır. Güzellik, kusursuzlukta değil; sahiplenilmiş kusurlardadır. İnsan bir yanlışı sahiplendiğinde, o yanlış artık bir hata olmaktan çıkar, bir deneyime dönüşür. Deneyim ise insanın en değerli sermayesidir. Hayat, hatasız yaşayanları ödüllendirmez; farkına varanları dönüştürür. Yanlışlar farkındalık yaratır. Farkındalık ise insanı özgürleştirir. Bu yüzden yanlışlar sadece kaçınılmaz değil, gereklidir. Elbette her yanlış savunulamaz. Ama her yanlış mahkûm da edilemez. İnsan, kendi hayatının hakimi olmak istiyorsa, yanlış yapma hakkını da elinde tutmalıdır. Çünkü yanlış yapma hakkı olmayan bir hayat, baştan teslim alınmış bir hayattır. Ve belki de asıl yanlış budur.

Hayat, bize doğruları öğretmekte çok ısrarcıdır ama ne gariptir ki bizi insan yapan şeylerin büyük bir kısmı yanlışların içinden süzülerek gelir. Kim olduğumuzu, neye dayanabildiğimizi, neyi affedip neyi affedemediğimizi çoğu zaman doğru seçimlerimizle değil, yanlışlarımızla öğreniriz. Çünkü doğru, düzenlidir; yanlış ise yüzleştirir. Doğru bizi korur ama yanlış bizi tanır. İnsan, hayatının sonunda tertemiz bir doğru listesiyle değil, içinden geçtiği karmaşık deneyimlerle hatırlanır. Bu yüzden bazı yanlışlar savunulmaz olabilir ama inkâr edilemez bir güzelliği vardır: insanı uyandırır, derinleştirir ve kendine yaklaştırır. Her yanlış cesaret değildir, evet; ama her cesaret mutlaka bir yanlışa dokunur. Hayat, kusursuz olmayı değil, dürüst olmayı kaldırır. Ve bazen en dürüst anlarımız, doğruyu değil; bize en çok benzeyeni seçtiğimiz anlardır. İşte o anlarda insan, hatalı ama sahici bir hayat yaşadığını hisseder. Belki de asıl mesele, doğru olmak değil; yaşadığın hayatı sahiplenebilmektir. Çünkü insan, kendi yanlışlarını taşıyabildiği kadar güçlüdür. Ahmet Tekin

Emircan MERALEmircan MERAL

Genel Yayın Yönetmeni

YORUMLAR