google.com, pub-5635234458637791, DIRECT, f08c47fec0942fa0

YALANIN GÖLGESİNDE GÜVENİN KIRILGANLIĞI

"Sana güvenen bir insana yalan söyleme. Sana yalan söyleyen bir insana güvenme."

Yaşam - 06-05-2025 13:29

 

İnsanoğlunun en temel ihtiyacı nedir diye sorsak, çoğumuzun aklına önce fizyolojik ihtiyaçlar gelir: yiyecek, su, barınma. Ama biraz daha derine inersek, ruhun besinini sormaya başlarsak, cevabımız değişir. Orada, tüm duyguların, ilişkilerin, sadakatlerin, sevgilerin temel taşı olan bir şey durur: güven.

Güven, bir ilişkide sözlük anlamının çok ötesine geçen bir değerdir. Biri size inanırsa, yüreğini açar. Sizi kendisine yakın görür, maskelerini indirir. Korkularını, hayallerini, sırlarını sizinle paylaşır. Kırılgan yerlerini size gösterir. Ve tam da bu yüzden, bir insanın güvenini kazanmak uzun zaman alırken, onu kaybetmek bir tek yalana bakar.

Yalan: Küçük Görünür, Derin Yaralar Bırakır

Çoğu zaman insanlar yalanı küçümser. “Beyaz yalan” derler, “kırılmasın diye söyledim,” “önemli değil,” “niyeti kötü değildi” diye savunurlar. Oysa yalan, rengini aklamakla temizlenmez. Çünkü yalanın kendisi, karşısındakinin aklında tek bir soruyu doğurur: Acaba başka ne konuda bana doğruyu söylemedi?

İşte bu "acaba", güvenin üzerine düşen ilk gölgedir. Ve güven, gölgede yaşayamaz. Güven, ışıkla beslenir. Şeffaflıkla, açıklıkla, dürüstlükle. Bir defa yalan söylediğinizde, karşınızdaki sizi artık gözleriyle değil, şüpheleriyle izlemeye başlar. Sözlerinizin altını kazır, mimiklerinizi inceler, eskiden olduğu gibi doğrudan inanmak yerine artık ihtiyatla yaklaşır. Çünkü o yalan, siz farkında bile olmadan, ilişkinizin temelini zedelemiştir.

Yalan bir ihlaldir. Sadece gerçeği çarpıtmak değil, aynı zamanda güvenen insanın onurunu, zekâsını ve duygusal yatırımını hiçe saymaktır. Ve en çok da bu yüzden, insanı en çok yalan incitir. Çünkü yalan, sadece söze değil, kişiliğe ihanettir.

Güvenin Geri Dönüşü Mümkün mü?

Yalanın ardından gelen en büyük soru budur: Affedebilir miyim? Yeniden güvenebilir miyim?

İnsan kalbi affetmeyi bilir. Zamanla kabuk bağlayan yaralar gibi, güvenin açtığı boşluklar da dolabilir. Ama tamir edilen bir şey, asla eskisi gibi olmaz. Güvenin yeniden inşası, yıkılan bir binayı sıfırdan yapmak gibidir. Aynı temelleri kullanamazsınız. Artık daha fazla demir ister, daha sağlam kolonlar gerekir, belki de artık o binada hiç oturmazsınız, sadece uzaktan bakarsınız.

Bazen insanlar affeder ama unutmaz. Affetmenin ardında derin bir “ama” saklıdır. Ve işte bu yüzden, güven kırıldığında tamir edilse bile, izleri kalır. Bunu anlamak, yalan söylemeden önce iki kere düşünmeyi gerektirir. Çünkü yalan, karşı tarafı değil, öncelikle sizin karakterinizi tanımlar.

Neden Yalan Söyleriz?

Peki, insanlar neden yalan söyler? Çoğu zaman korkudan. Bir ceza almaktan, bir yüzleşmeden, bir hesap vermekten korkarız. Bazen bir çıkar uğrunadır. Bazen “karşımdaki üzülmesin” gibi iyi niyetli sandığımız bahanelere sığınırız. Ama aslında her yalanın altında yatan temel dürtü aynıdır: Gerçekle yüzleşmeye cesaret edememek.

Gerçek çoğu zaman zordur. Kırıcı olabilir, rahatsız edici olabilir. Ama dürüstlük, her zaman yalandan daha insancıldır. Çünkü gerçek, karşınızdakine bir tercih hakkı tanır. Onun duygularını, zekâsını, karar verme yetisini ciddiye alırsınız. Yalan ise, karşı taraf adına karar vermektir. Onu korumak değil, onu kontrol etmektir. Bu nedenle, yalan bir çeşit manipülasyondur.

Güvenilmeyenle Kurulan İlişki: Sessiz Çöküş

Bir insana güvenmediğinizde, onunla gerçek bir bağ kuramazsınız. Ne kadar gülerseniz gülün, ne kadar zaman geçirirseniz geçirin, aradaki o görünmez duvar hep oradadır. O kişi ne zaman arasa, “Acaba neden aradı?” diye düşünürsünüz. Size bir şey anlatsa, içten içe şüpheyle dinlersiniz. Her kelimesi sorgulanır, her hareketi analiz edilir. Böyle bir ilişki yorar. Güvensizlik bir tortu gibi birikir ve zamanla sizi duygusal olarak tüketir.

Bu yüzden, "Sana yalan söyleyen birine güvenme" öğüdü yalnızca bir nasihat değil, bir kendini koruma kalkanıdır. Çünkü yalan söyleyen birini affedebilirsiniz; ama ona yeniden içtenlikle güvenmek, kendinizi ikinci kez aynı yaraya açık hale getirmektir.

Güvenin İyileştirici Gücü

Ama umut da vardır. Dürüstlükle, pişmanlıkla, zamanla ve emekle güven yeniden inşa edilebilir. Çünkü insan kalbi kırılgan olduğu kadar iyileşmeye de meyillidir. Yeter ki özür gerçekten olsun, sözler değil eylemler konuşsun, pişmanlık samimi olsun.

Ve en önemlisi: Dürüstlük sadece başkasına değil, kendinize de bir borçtur. Gerçeği konuşmak, kendinizi yalanın ağırlığından kurtarır. Vicdanınızla barış içinde yaşarsınız.

Toplumun Mayası: Güvenin Kolektif Boyutu

Yalnızca bireyler arasında değil, toplumların inşasında da güven belirleyici bir rol oynar. Adalete, yönetime, komşuya, esnafa, öğretmene, doktora güven duyulmayan bir toplumda insanlar sürekli savunmada olur. Sürekli tetikte yaşamak, hem bireysel huzuru hem de toplumsal ahengi bozar.

Bir ülkede insanlar yargıya güvenmiyorsa, hakkını aramak yerine hileye başvurur. Polis teşkilatına güvenmiyorsa, suçla bireysel hesaplaşma yoluna gider. Komşusuna güvenmeyen insan, evinin kapısını açık tutamaz; esnafına güvenmeyen müşteri, her alışverişi şüpheyle yapar. İşte bu yüzden güven, sadece kişisel değil, aynı zamanda sosyal bir sermayedir.

Toplumun ruhu, içindeki bireylerin birbirine duyduğu güven kadar sağlamdır. Bu bağlamda, bir yalanın yalnızca iki kişi arasında kaldığını sanmak da büyük bir yanılgıdır. Çünkü her yalan, çevresine güvensizlik tohumları eker. Yayılır, büyür ve sonunda koca bir kültürü etkiler.

Güvenin İlk Öğretmeni: Çocukluk

Bir insanın güven duygusu ilk olarak çocuklukta şekillenir. Anne babasına güven duymayan bir çocuk, dünyaya da güvensiz gözlerle bakar. "Anne gelir mi?" diye ağlayan bir çocuğa, “Gelir tabii, bak birazdan burada olacak” diye yalan söylerseniz ve o anne o gün hiç gelmezse, o çocuğun hafızasında yalnızca annenin gelişi değil, gerçeğin güvenilirliği de sorgulanır hale gelir.

İşte bu yüzden çocuklara söylenen “ufak” yalanlar bile aslında büyük izler bırakır. “Ağlarsan iğne yaparlar”, “Yemeğini yemezsen seni götürürler”, “Oyuncağını alıp getireceğiz” deyip getirmemek... Bunlar, çocuğun dünyasında güveni erozyona uğratan küçük depremlerdir.

Çocukluğunda sürekli aldatıldığını hisseden bir birey, yetişkinliğinde iki uca savrulur: Ya herkese karşı aşırı temkinli ve mesafeli olur, ya da herkese çabucak güvenip tekrar tekrar incinir. Her iki durumda da güven dengesi bozulmuştur.

Bu yüzden çocuklara en çok verilmesi gereken şeylerden biri de, doğruyu söyleme alışkanlığı ve sözünün arkasında durma tutarlılığıdır. Güven öğrenilir. Güvenilir olunmak da bir karakter meselesi olduğu kadar, bir eğitim meselesidir.

Dijital Çağda Yalan: Algı ile Gerçek Arasındaki Savaş

Günümüzde yalan artık sadece kişiler arası ilişkilerde değil, ekranlar aracılığıyla da hayatımıza sızıyor. Sosyal medyada insanlar kendilerini olduklarından farklı gösteriyor, filtrelenmiş hayatlar sunuyor. “Güzel bir gün geçiriyorum” yazısının arkasında depresyon, “her şey yolunda” cümlesinin altında yıkılmışlık yatabiliyor.

Bu dijital illüzyonlar, sadece bireysel değil toplumsal bir yabancılaşma yaratıyor. Gerçekten uzaklaşmak, bir süre sonra kendimize bile yalan söylemeye başlamakla sonuçlanıyor. Böylece sadece başkalarının güvenini değil, en fenası kendimize olan güveni kaybediyoruz.

Güven kaybı sadece başkasını değil, bizi de kemirir. Çünkü yalan söyleyen kişi, sadece bir ilişkiyi değil, kendi iç huzurunu da zehirlemiş olur. Aynaya bakarken utanmamak, vicdanla baş başa kaldığında huzurla uyuyabilmek için dürüstlük, yalnızca ahlaki değil, psikolojik bir gerekliliktir.

Yalansız Bir Hayat Mümkün mü?

Belki de bu noktada sormamız gereken soru şudur: Hiç yalan söylemeden yaşamak mümkün mü?

Zor, evet. Hayat, bazen insanı köşeye sıkıştırır. Ama zor olması, imkânsız olduğu anlamına gelmez. İnsan, her tercihiyle kim olduğunu yeniden yazar. Her yalan, kimliğimizde bir çatlak bırakırken; her dürüstlük, kişiliğimize bir tuğla ekler.

Yalansız bir hayat; her durumda her gerçeği haykırmak değil, söylenecek sözün doğru, susulacak sessizliğin bile dürüst olmasıdır. Bazen susmak, yalan söylemekten daha erdemli olabilir. Ama konuştuğunda, sözünün ardında durmak esas meseledir.

Son Söz

Hayatta belki de öğreneceğimiz en değerli derslerden biri şu: Güven, insan ilişkilerinin kutsal emanetidir. Onu kırmak kolaydır, ama yeniden toplamak, sabır, zaman ve yürek ister.

“Sana güvenen bir insana yalan söyleme” çünkü o güvenin içinde sevgi, saygı, sadakat ve umut vardır. O güveni yıktığınızda, yalnızca bir ilişkiyi değil, bir insanın iç dünyasını da sarsarsınız.

Ve “Sana yalan söyleyen birine güvenme” çünkü güven, karşılıklı bir sözleşmedir. Bozulan bir sözleşmede kalmak, her gün yeniden incinmeyi kabul etmektir.

Dürüstlüğün gücünü küçümsemeyin. Yalanın acısını hafife almayın. Çünkü hayat, en çok güvenin olduğu yerde güzeldir. Ahmet TEKİN

Günün Diğer Haberleri