Amin Maalouf, Ortadoğu insanını tarif ederken, “Her şeye üzülen; ama, hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar…” der. Şikâyet eden bir insanın çözüm aradığını sanırsınız, değil mi? Oysa bizde insan, çözüm bulmak için değil, sadece söylenmek için şikâyet eder.
Bugün öyle şeyler yaşıyoruz ki; her adaletsizlik, her çürümüşlük, her ayrımcılık konuşuluyor; ama, ortada çözüm yok.
Burada inananlar, anlayanları; anlayanlar da inananları anlamıyor. İknada beyin kestirme yolları seviyor. Otorite, kendi fikri dışındakileri yasaklıyor; bağımsız düşünmeyi engelliyor. Fakir düşünce, zenginlik üretemiyor.
Herkesin aynı düşündüğü yerde, kimse aslında fazla düşünmüyor demektir. Bu alışkanlıklar, statü fark etmeksizin herkeste var. Herkes, cürmü kadar eylemin failidir.
Julien Benda, Aydınların İhaneti adlı eserinde şöyle der:
“Aydınlar, şahsi çıkar peşinde koşmak, ikbal ve mevki hırsı gütmek için var değildir. Onlar siyasal iktidarın yakını olmak için el etek öpmezler. Güçlünün uydusu değil, zayıfın ve mazlumun savunucusudurlar. Zengin sofralarından pay almak uğruna dalkavukluk yapıp kralın soytarısı rolüne soyunmazlar. Siyasal iktidarın kusurlarını, idareyi kötüye kullanmasını reddederek topluma cesaret verirler; sinmezler, korkmazlar. Onlar iktidarın hizmetlisi değildir; satılık değildirler; kalemlerini ödünç vermez, akıllarını vesayete bırakmazlar.”
Benda, bu karakterlerin ihanetiyle ortaya çıkan çürümeden söz eder. Bu tipler, güç değiştiğinde hemen yeni taraf arar, yeni efendilerini koklarlar. Asıl sıkıntı da buradadır.
Yanlışa “yanlış”, doğruya “doğru” diyebilmek; işte bu, erdemli kişilere mahsustur. Bu yüzden insanın düşünmesi, anlaması ve inanması gerekir.
Hürriyet, insanın tercih ettiği şekilde hareket edebilmesidir. Hayatı anlamlı yaşamak da budur. En karanlık, en kirli noktalarda ışığı görebilmenin yolu; sadece konuşmak değil, mücadele etmek ve risk almaktır.
“Duymasınlar” diye gizli yerlerde konuşmak bir anlam ifade etmez. Zorluklar bazen sizi bulur, bazen siz onları. Ama, amaca giden yolda ahlaki değerler kaybedilmez. İnsan, karşısına çıkan tüm fırsatlara rağmen, namuslu kalmayı tercih edebilmelidir.
Kötü bir çoğunluğun parçası olmaktansa, iyi bir azınlığın parçası olmak daha değerlidir. Bugün, içinde yuvarlanacağı pis bir su birikintisi bulunca domuza dönüşmeyen, yani domuzlaşmayan insanlara hasret kaldık. Cam kırıkları temizlenir ama “can kırıkları” temizlenmiyor. Devlet imkânlarını, hürriyetin düşmanı haline getirenlere karşı koymayanlar, bu işlerin ortağıdır.
Hallac-ı Mansur, şöyle der:
“Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.
Cehennemi mahşerde aramayın; sizi kimsenin anlamadığı yerde arayın, onu orada bulacaksınız.”
Elinde imkân olanlar, yanlışları ve adaletsizlikleri düzeltmezler; sadece “Statü değişince düzelteceğiz.” masalları anlatırlar.
Bu yüzden inananlar, anlayanları; anlayanlar da inananları önemsemez. Çoğu insan kusurlarıyla yaşar; ama, kusursuzların peşine düşer. Adaleti sadece kendi çıkarı sarsıldığında hatırlayanlar, felâket başlarına gelince konuşmaya başlar.
Hiç kimseyi, başkalarının anlattığı hikâyelere göre yargılama; çünkü herkes hikâyeyi kendi tarafınca anlatır.
Zehirli havaya alışmış bir yönetim, milletin elinden hem hakkını hem aklını alır.
Hürriyet, insanın düşündüğünü yapabilmesidir. Ama bu, boş konuşmalarla değil; sorumluluk, cesaret ve saydamlıkla mümkündür. Günümüzde insanların çıkarları değiştiğinde, zihniyetleri ve davranışları da hızla değişiyor. Hasta toplumlarda üretim böyledir; bilinçli ve aydınlanmış toplumlarda değil.
Herkes, kendi karakterinin senaryosunu oynar. Kemal Albayrak