google.com, pub-5635234458637791, DIRECT, f08c47fec0942fa0

Ekonomide Büyüme mi, Derinleşen Kriz mi?

Ekonomik göstergeler, ülkelerin gelişimini ve refah düzeyini ölçmekte önemli bir role sahiptir. Ancak, rakamların arkasında saklı kalan gerçekler, çoğu zaman toplumun farklı kesimlerinin yaşamlarında kendini acı bir şekilde göstermektedir.

Gündem - 14-03-2025 17:26

Hükümetin Verileri ile Halkın Gerçekleri Arasındaki Çelişki

Ekonomik göstergeler, ülkelerin gelişimini ve refah düzeyini ölçmekte önemli bir role sahiptir. Ancak, rakamların arkasında saklı kalan gerçekler, çoğu zaman toplumun farklı kesimlerinin yaşamlarında kendini acı bir şekilde göstermektedir. Türkiye ekonomisi de uzun yıllardır bu çelişkili görünümün merkezinde yer almaktadır. Resmî açıklamalar, grafiklerde büyüme; sokak röportajları ise geçim derdi ile doludur. Peki, Türkiye gerçekten büyüyor mu, yoksa derinleşen bir ekonomik krizle mi karşı karşıyayız?

Bu sorunun yanıtı, sadece güncel verilere değil; Türkiye’nin son 40 yıllık ekonomik geçmişine, siyasi yönelimlerine ve küresel gelişmelere bakılarak daha net anlaşılabilir.

1. 1980 Sonrası Dönüşüm: Liberalizmle Tanışma

1980 askeri darbesi sonrası, Türkiye ekonomisinde büyük bir paradigma değişikliği yaşandı. Turgut Özal’ın öncülüğünde uygulamaya konulan serbest piyasa ekonomisi, Türkiye'yi devletçilikten uzaklaştırıp özel sektöre dayalı bir büyüme modeline yöneltti. Bu dönemde ihracata dayalı büyüme teşvik edildi, döviz kurlarında kademeli serbestleşme sağlandı ve dışa açılma politikaları izlenmeye başlandı.

Kısa vadede büyüme rakamlarında artış görülse de, bu dönüşüm geniş halk kesimlerinin refahını artırmakta yetersiz kaldı. Özellikle gelir dağılımı adaletsizliği derinleşti, köylü ve işçi sınıfı ekonomik dönüşümün gerisinde kaldı. Bu dengesizlik, ileriki yıllarda daha da belirginleşecek krizlerin habercisi niteliğindeydi.

2. 1990’lar: Krizlerin Gölgesinde Kayıp Yıllar

1990’lı yıllar, Türkiye ekonomisi açısından siyasi istikrarsızlık, yüksek enflasyon ve sık sık patlak veren ekonomik krizlerle hatırlanır. 1994 ve 2001 krizleri, bankacılık sektöründe çöküşe ve işsizliğin ciddi oranda artmasına neden oldu. Hükümetler sık sık değişiyor, ekonomik politikalar tutarsızlaşıyordu.

Bu dönemde yine büyüme rakamlarında dönemsel artışlar yaşandı, ancak halkın alım gücü sürekli düşüyor, maaşlar eriyor, temel ihtiyaçlar bile lüks haline geliyordu. Resmî veriler, teknik olarak “büyüme”yi işaret etse de, geniş halk kesimleri bu büyümeden pay alamadı.

3. 2002-2013: AK Parti Dönemi ve Görece İstikrar

2001 krizinin ardından yapılan yapısal reformlar ve IMF ile yapılan anlaşmalar, ekonomiyi bir nebze toparladı. 2002’de iktidara gelen AK Parti, bu reform sürecini devam ettirdi. Özelleştirme, dış yatırımların artırılması, büyük altyapı projeleri, bankacılık sisteminde sıkı denetimler ve düşük faiz politikaları sayesinde ekonomik büyüme ivme kazandı.

2002-2013 arası dönemde kişi başı milli gelir yaklaşık üç katına çıktı, enflasyon tek haneye indirildi, istihdam arttı. Ancak bu büyümenin önemli bir kısmı sıcak para girişi, kredi genişlemesi ve dış borçla finanse edildi. Üretim ekonomisine dayanmayan bu model, dışa bağımlılığı artırdı. Ayrıca, inşaat sektörü merkezli büyüme modeli, üretim yerine tüketimi körükledi.

4. 2013 Sonrası: Yapısal Sorunlar ve Derinleşen Ekonomik Kırılganlık

2013 yılı, Gezi Parkı olayları ve ardından gelen 17-25 Aralık süreciyle birlikte ekonomik ve siyasi gidişatta bir kırılma noktası oldu. Siyasi belirsizlikler, dış yatırımcıların güvenini sarsarken; aynı dönemde ABD’nin faiz artırım sürecine girmesiyle sıcak para Türkiye'den çıkmaya başladı.

Büyüme verileri hâlâ dönem dönem artış gösterse de, bu büyüme artık sürdürülebilir değil. Çünkü temelinde üretim, teknoloji, yüksek katma değerli sanayi değil; borç, inşaat ve tüketim yer alıyor. TÜİK verileri ekonomik büyümeyi gösterirken; çarşı-pazarda fiyatlar uçuyor, vatandaşın maaşı enflasyona eziliyor, işsizlik artıyor.

Son 5 yılda ise Türk Lirası'nın döviz karşısındaki hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon, artan dış borç ve düşük rezervler Türkiye ekonomisini iyice kırılgan hale getirdi.

5. Günümüz: Veriler ile Gerçekler Arasındaki Uçurum

TÜİK’in açıkladığı son verilere göre Türkiye, 2024 yılında %4’lük bir büyüme kaydetmiş görünüyor. Ancak aynı dönemde milyonlarca vatandaş asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, emekliler temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz durumda. Enflasyon ise yıllık %70’lere ulaşmışken, resmî açıklamalar bunun çok daha altında. Halkın yaşadığı hissedilen enflasyon ile açıklanan oranlar arasındaki fark gün geçtikçe büyüyor.

Orta sınıfın eridiği, gençlerin yurt dışına gitmek istediği, eğitimli kesimin işsizlikle mücadele ettiği bir ortamda; “büyüme” kelimesi sadece grafiklerde anlam kazanıyor. Gerçekte ise bu büyümeden toplumun çok az bir kesimi fayda görüyor.

6. Hangi Büyüme, Kimin İçin?

Buradaki temel soru şu: Ekonomik büyüme, gerçekten halkın refahını artırıyor mu?

Eğer büyüme sadece büyük şirketlerin, holdinglerin, sermaye gruplarının zenginleşmesiyle sınırlı kalıyorsa; bu “büyüme” aslında ekonomik adaletsizliklerin büyümesinden başka bir şey değildir. Gerçek büyüme, herkesin sofrasına ekmek olarak yansımalı, gençlerin geleceğe umutla bakmasını sağlamalıdır.

Bugün gelinen noktada, vatandaşlar faturalarını ödeyemiyor, ev kiraları maaşları aşıyor, temel gıdalar lüks hale gelmiş durumda. Tüm bu tabloya rağmen ekonomik veriler “olumlu” sunuluyorsa, burada ciddi bir algı yönetimi söz konusudur.

Sonuç: Gerçeklerle Yüzleşmeden Gelecek Kurulamaz

Türkiye'nin artık yüzleşmesi gereken temel gerçek; sürdürülebilir, adil ve kapsayıcı bir ekonomik model kurma zorunluluğudur. Bu da ancak şeffaflık, liyakat, üretime dayalı ekonomi, teknoloji yatırımları, tarımın desteklenmesi ve gelir dağılımında adaletle mümkündür.

Hükümetin açıkladığı büyüme verileri halkta karşılık bulmuyorsa, bu bir ekonomik başarı değil; toplumsal huzursuzluğun işaretidir. Ekonomide gerçek bir kalkınma, ancak toplumun tüm kesimlerinin refahını artırdığında anlamlıdır.

“Büyüyoruz” diyerek halkın yaşadığı krizi görmezden gelmek, yalnızca sorunları ötelemektir. Gerçek iyileşme, acı reçeteleri uygulamakla değil; adil ve katılımcı politikalarla mümkündür. Ahmet TEKİN

Günün Diğer Haberleri