Toplum olarak sıkça yaptığımız bir hata var: Eğitimi insanın her davranışının teminatı sanmak. Diploması olanın daha anlayışlı, daha ahlaklı, daha vicdanlı olacağını düşünüyoruz. Oysa hayat, bunun her zaman böyle olmadığını defalarca gösterdi. Eğitim başka bir şeydir, insan ilişkileri bambaşka.
Eğitim, insana bilgi kazandırır. Analitik düşünmeyi öğretir, sorun çözme becerisi geliştirir, meslek sahibi yapar. Ama eğitim, insana empatiyi otomatik olarak öğretmez. Bir insanın öfkesini nasıl yönettiğini, kırıcı bir cümleyi ne zaman yutmayı bildiğini ya da karşısındaki insanı incitmemek için nasıl durduğunu göstermez. Bunlar başka bir terbiyenin ürünüdür.
İlişkiler ise bilgiden çok farkındalık ister. Karşındakini dinleyebilmek, haklı olmayı değil adil olmayı seçebilmek, egoyu bir kenara bırakabilmek… Bunlar ne müfredatta vardır ne de sınav sorusu olur. Bir insan profesör olabilir ama ilişkilerinde ilkokul seviyesinde kalabilir. Çünkü ilişkiler akıl kadar kalp, mantık kadar karakter ister.
Bugün birçok insan ilişkilerinde yaşadığı sorunları karşısındakinin eğitimsizliğine bağlamayı kolay bir çıkış yolu olarak görüyor. Oysa asıl sorun çoğu zaman eğitim eksikliği değil, duygusal olgunluk eksikliğidir. Duygularını tanımayan, sınır koymayı bilmeyen, hatasını kabul edemeyen biri; ne kadar eğitimli olursa olsun sağlıklı ilişkiler kuramaz.
Eğitim, insanın ne bildiğini gösterir. İlişkiler ise insanın kim olduğunu ortaya çıkarır. Kriz anında nasıl davrandığı, bir tartışmada sesini mi yükselttiği yoksa çözüm mü aradığı, güç elindeyken adil kalıp kalamadığı… İşte insanın gerçek yüzü tam da burada görünür.
Bir başka yanılgı da şudur: Eğitimli insanın daha az hata yapacağı düşünülür. Oysa eğitim, hatayı tamamen ortadan kaldırmaz; sadece hatayı gerekçelendirme becerisi kazandırabilir. İlişkilerde en çok yara açan şey de budur. Yanlış yaptığını kabul etmek yerine, neden haklı olduğunu anlatmaya çalışan insanlar ilişkileri tüketir. Karşısındakini anlamaya çalışmak yerine kendini savunanlar, zamanla yalnız kalır.
İlişkiler, başarıyı değil samimiyeti ödüllendirir. Unvanlar, diplomalar, kariyer basamakları; bir tartışmanın ortasında kimseyi sakinleştirmez. Ama bir insanın “haklı olabilirim ama seni incitmek istemiyorum” diyebilmesi her şeyi değiştirir. İşte bu, eğitimin değil karakterin göstergesidir.
Eğitim elbette önemlidir. Cehaletin savunulacak bir yanı yoktur. Ancak her sorunu eğitime bağlamak, ilişkilerdeki sorumluluğu gözden kaçırmaktır. İnsan, ilişkilerde önce kendini eğitmek zorundadır. Sabretmeyi, dinlemeyi, susmayı, gerektiğinde özür dilemeyi öğrenmelidir. Bunlar kitaplardan çok, hayatın içinden öğrenilir.
Sonuç olarak şunu kabul etmek gerekir: Eğitimli olmak değerli bir kazanımdır ama iyi bir insan olmanın garantisi değildir. İyi ilişkiler kurabilmek ise ayrı bir emek, ayrı bir bilinç ve ayrı bir olgunluk ister. Bu ikisini karıştırdığımız sürece hem eğitime haksızlık ederiz hem ilişkileri yanlış yerden yargılarız.
Çünkü eğitim insanı geliştirir, ama ilişkiler insanı sınar. Ve insan, en çok ilişkilerinde kim olduğunu belli eder.
Bilgi İnsanı Donatır, İlişkiler İnsanı Ortaya Çıkarır
Bir insanın ne bildiğiyle kim olduğu çoğu zaman karıştırılır. Oysa bilgi, insanın zihnini donatır; karakter ise davranışlarını belirler. Eğitim, insana nasıl düşüneceğini öğretir ama ne zaman susacağını öğretmez. Ne zaman geri adım atması gerektiğini, ne zaman empati kurması gerektiğini de öğretmez. Bunlar insanın iç dünyasında, yaşadıklarıyla şekillenir.
İlişkiler tam da bu noktada devreye girer. İnsan, bilgisiyle değil tavrıyla sınanır. Bir tartışmada haklı çıkmak mı ister, yoksa ilişkiyi korumak mı? Karşısındakini susturmayı mı seçer, yoksa anlamayı mı? İşte bu tercihler, eğitim seviyesinden bağımsızdır. Çünkü ilişkilerde belirleyici olan şey zekâ değil, farkındalıktır.
Bugün birçok insan ilişkilerinde yaşadığı hayal kırıklığını “karşımdaki çok eğitimli ama…” diye anlatmaya başlıyor. Bu “ama”dan sonra gelenler genellikle kibir, anlayışsızlık, empati yoksunluğu ve duygusal körlük oluyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Bilgi birikimi, insanın duygusal olgunluğunu garanti etmez.
Duygusal Okuryazarlık Eğitimin Öğretmediği Bir Alan
Eğitim sistemi, insanlara matematik öğretir, tarih öğretir, dil öğretir. Ama çok temel bir alanı genellikle es geçer: Duygular. İnsanlar ne hissettiklerini tanımadan büyür, neyi neden yaptıklarını anlamadan ilişkiler kurar. Sonra da ilişkiler yıprandığında suçlu aramaya başlarlar.
Duygusal okuryazarlık, insanın kendi duygusunu tanıması ve yönetebilmesidir. Öfkelendiğinde bunu nasıl ifade edeceğini bilmek, kırıldığında saldırmak yerine konuşabilmek, hayal kırıklığı yaşadığında bunu karşısındakini ezmeden dile getirebilmek… Bunlar diplomanın değil, içsel eğitimin konusudur.
İlişkilerde en büyük çatışmalar, yanlış anlaşılan duygulardan çıkar. Bir insan kendini savunduğunu sanırken karşısındakini yaralayabilir. Ya da haklı olduğunu düşünürken, aslında sadece egosunu koruyordur. Eğitim bu noktada sessiz kalır. Çünkü bu alan, insanın kendisiyle yüzleşmesini gerektirir.
Güç ve Statü İlişkilerde Gerçek Yüzü Ortaya Çıkarır
İnsanların ilişkilerdeki gerçek yüzü çoğu zaman güç dengesinde ortaya çıkar. Yetkisi olan, bilgisiyle üstünlük kurabilen, statü sahibi insanlar ilişkilerde daha sınanır. Çünkü güç, karakteri gizlemez; aksine görünür kılar.
Eğitimli bir insanın ilişkilerde baskıcı olması, karşısındakini küçümsemesi ya da sürekli haklı olma çabası içinde olması tesadüf değildir. Bu, eğitimin yanlış yerde kullanılmasıdır. Bilgi, paylaşmak için vardır; üstünlük kurmak için değil. Ama bunu ayırt edemeyen insanlar, ilişkilerini bir güç savaşına çevirir.
İlişkilerde eşitlik bozulduğunda, iletişim de bozulur. Bir taraf sürekli öğretmeye, düzeltmeye, yargılamaya başladığında ilişki bir süre sonra nefessiz kalır. Bu noktada sorun eğitimin varlığı değil, onun nasıl taşındığıdır.
Haklı Olmak mı, İyi Kalmak mı?
İlişkilerde en temel soru şudur: Haklı olmak mı istiyorsun, yoksa iyi kalmak mı? Eğitimli insanlar çoğu zaman haklılıklarını çok iyi savunur. Argümanları güçlüdür, cümleleri nettir. Ama bu, ilişkilerde her zaman avantaj değildir.
Çünkü ilişkiler bir mahkeme değildir. Her tartışmanın bir kazananı olması gerekmez. Bazen geri adım atmak, bazen “burada duralım” diyebilmek, bazen de susmak gerekir. Bunlar zayıflık değil, ilişki bilincidir.
Eğitim, insanı ikna etmeyi öğretir. İlişkiler ise insanı anlamaya çağırır. İkna etmeye çalışan biri kazanabilir ama anlayan biri ilişkiyi yaşatır. Bu farkı kavrayamayan insanlar, zamanla yalnızlaşır. Çünkü kimse sürekli yargılanmak istemez.
İlişkiler, İnsanın Kendini Eğittiği En Gerçek Okuldur
Aslında insanın en büyük eğitimi ilişkilerde başlar. Hayat, insana derslerini çoğu zaman başka insanlar üzerinden verir. Sabırsızsan, seni sabrını sınayacak biriyle karşılaştırır. Empatin zayıfsa, seni anlamadığını düşündüğün insanlarla sınar.
Bu yüzden ilişkiler, insanın kendini eğitmesi gereken en gerçek alandır. Hatalar burada görünür olur, eksikler burada açığa çıkar. Ve insan ancak burada değişme şansı bulur. Eğitim, bu sürece katkı sağlar ama tek başına yeterli değildir.
İlişkiler, insanın aynasıdır. Kendini ne kadar tanıdığını, sınırlarını ne kadar bildiğini, başkalarına ne kadar alan tanıdığını gösterir. Bu aynaya bakmayı reddedenler, ne kadar eğitimli olursa olsun aynı döngüleri yaşamaya devam eder.
Eğitim İnsanı Konuşturur, İlişkiler İnsanı Dinlemeye Zorlar
Eğitim, insana konuşmayı öğretir. Düşüncelerini ifade etmeyi, fikirlerini savunmayı, kendini anlatmayı geliştirir. Ancak ilişkilerde asıl ihtiyaç duyulan beceri çoğu zaman konuşmak değil, dinlemektir. Bir insan ne kadar bilgili olursa olsun, dinlemeyi bilmiyorsa ilişkilerinde sürekli çatışma yaşar.
Dinlemek, sadece karşı tarafın sözünü kesmemek değildir. Dinlemek; karşındakinin ne demek istediğini anlamaya çalışmak, söylenmeyeni fark etmek, kelimelerin arkasındaki duyguyu yakalayabilmektir. Eğitim bu beceriyi garanti etmez. Hatta bazı durumlarda, insanın bildikleri arttıkça dinleme sabrı azalır. Çünkü “zaten biliyorum” hissi devreye girer.
İlişkiler ise bu rahatlığı affetmez. Dinlenmediğini hisseden insan zamanla susar, geri çekilir, mesafe koyar. Sonra bir gün ilişki bittiğinde, geriye sadece “neden böyle oldu?” sorusu kalır. Oysa cevap çoğu zaman çok basittir: Dinlenmedi.
Eleştiri ile Küçümseme Arasındaki İnce Çizgi
Eğitimli insanların en sık düştüğü tuzaklardan biri, eleştiri ile küçümsemeyi birbirine karıştırmalarıdır. Eleştirdiğini düşünen ama aslında karşısındakini değersiz hissettiren bir dil, ilişkilerde ciddi yaralar açar. Çünkü eleştiri gelişim için yapılır, küçümseme ise üstünlük kurmak içindir.
Bir ilişkide sürekli düzeltilen, yanlışları yüzüne vurulan, eksikleri hatırlatılan insan zamanla kendini yetersiz hissetmeye başlar. Bu durum, karşı taraf ne kadar “iyi niyetliyim” dese de değişmez. Çünkü niyet değil, etki önemlidir.
Eğitim, insana neyin yanlış olduğunu söylemeyi öğretir. Ama ne zaman susması gerektiğini, neyi olduğu gibi kabul etmesi gerektiğini öğretmez. İlişkilerde ise herkesin düzeltilmeye ihtiyacı yoktur. Bazen insanlar anlaşılmak ister, düzeltilmek değil.
İlişkilerde Adalet Duygusu Eğitimin Önüne Geçer
Bir insan ne kadar bilgili olursa olsun, adalet duygusu zayıfsa ilişkilerinde güven kaybeder. Adalet, ilişkilerde eşitlikten çok hakkaniyetle ilgilidir. Kimin ne zaman konuşacağı, kimin ne kadar söz hakkı olduğu, kimin duygularının ciddiye alındığı bu dengeyle belirlenir.
Bazı insanlar ilişkilerde sürekli kendi doğrularını merkeze koyar. Karşısındakinin bakış açısını anlamaya çalışmadan hüküm verir. Bu tutum, zamanla karşı tarafın kendini değersiz hissetmesine neden olur. Eğitim, bu noktada bir kalkan görevi görmez. Hatta bazen, kişinin kendi adaletsizliğini gerekçelendirmesine yardımcı olur.
İlişkilerde adalet duygusu bozulduğunda, iletişim tek yönlü hale gelir. Ve tek yönlü ilişkiler uzun süre ayakta kalmaz.
Bilgi ile Bilgelik Arasındaki Fark İlişkilerde Netleşir
Bilgi öğrenilir, bilgelik kazanılır. Bilgi birikimi artabilir ama bilgelik zaman, deneyim ve öz eleştiri ister. Eğitim insanı bilgili yapar; ilişkiler ise bilge olma şansı sunar. Ancak bu şansı değerlendirebilmek için kişinin kendini sorgulayabilmesi gerekir.
Bilge insan, her tartışmayı kazanmak zorunda olmadığını bilir. Her hatanın düzeltilmesi gerekmediğini de… Bazen bir şeyleri olduğu gibi bırakmak, müdahale etmekten daha yapıcıdır. Bu fark, ancak ilişkiler içinde fark edilir.
Bilgiyle hareket eden insan, “doğru”yu savunur. Bilgelikle hareket eden insan ise “iyi olan”ı gözetir. İlişkilerde bu ikisi çoğu zaman aynı şey değildir.
İlişkilerde Başarısızlık, Eğitimsizlik Değil Farkındalık Eksikliğidir
İlişkilerin bitmesini ya da zarar görmesini sadece eğitimsizlikle açıklamak büyük bir yanılgıdır. Çünkü en yıkıcı ilişkiler, çoğu zaman yüksek eğitimli insanlar arasında yaşanır. Asıl sorun, insanların kendileriyle ilgili farkındalık geliştirmemiş olmasıdır.
Kendi sınırlarını bilmeyen, kendi yaralarını tanımayan, kendi zaaflarını kabul etmeyen insanlar ilişkilerde sürekli aynı sorunları yaşar. Bu bir bilgi meselesi değil, içgörü meselesidir. Farkındalık, insanın kendine dürüst olabilmesiyle başlar.
İlişkiler, insanın kendini tanıması için bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendiremeyenler, suçu hep karşı tarafta arar. Oysa gelişim, suçlu aramakla değil, sorumluluk almakla başlar. Ahmet Tekin